BÖLÜM - 23

39 3 0
                                    

LEVENT ANLATIYOR:

Uyuyamıyordum. Haftalardır kafamı kurcalayan meseleyi görmezden gelemiyordum artık. Görmem gereken şey, oydu... Sorunlar bir derya olmuş, önümü kapatmıştı!

Toparlanmam gerekiyordu. Dalgınlığımı patronum bile fark etmişti dün. Her zamanki babacan haliyle gelmiş, "Karadeniz'de gemilerin mi battı, delikanlı?" diye takılmıştı bana. Eski komünistlerdenmiş o da, dün akşam anlattı uzun uzun. İş bitmiş de çıkmak için hazırlanırken bir bakmıştım, bir gazete kağıdının üstünde biraz peynir, biraz zeytin, çay bardağında rakılar... "Otur bakalım, patron emrediyor!" demişti gülerek. Pek içemezdim ben. Konuşmazdım da. O içmiş, o konuşmuştu. İşkenceleri anlatmıştı koca göbeğini hoplata hoplata gülerek. Nasıl gülebiliyordu?

"Karnımdaki ameliyatın dikişleri daha alınmamıştı sorguya götürdüklerinde. Söyledim, 'Üç gün oldu ameliyattan çıkalı.' dedim. Bunun üzerine herifler özellikle karnıma vurmaya başlamasınlar mı!.. Onlar tekmelerken patlayıverdi dikişler, kan revan oldu. O zaman bu yumuşacık yağlar da yoktu, tığ gibi delikanlıydık. Adamların her tekmesi direkt iç organlara!.. Ağzımdan da kan geliyordu. Bir görsen Levent oğlum, nasıl da panikledi benimkiler! Sivil olan gömleğini çıkardı, bastırıyor kanayan yerlere... Anlayacağın, gitti en az otuz dolarlık gömlek. Ha-ha-ha!"

Bir seferinde de askıda baş aşağı asılmış. Gözlerindeki siyah bandın açık kalan kenarından bakarken sorgulayan adamlardan birinin pantolonunun fermuarının açık olduğunu fark etmiş. Hala gülüyordu, oysa anlattıkları akılalmaz şeyler... Belki de insan başka türlü kalamıyordu hayatta, gülmek gerekiyordu.

Beni işe alması, çalışma saatlerimi bu denli esnek kılması da patron mayasının olmamasındandı belki. Nasıl istersem öyle ayarlıyordum çalışma saatlerimi. Yazın tüm gün gidiyordum, okul zamanı yarım gün. Kendisi de pek ayrılmazdı dükkandan. Bu kilolarla üst raflardaki kitapları almak için sandalyeye çıkamıyormuş ve kitapların tozunu almaya üşeniyormuş, ondan işe almış beni. Dediği, buydu. Bir keresinde iş arayan öğrencilere yardım edilmesi gerektiğini söylemişti. Belki o da bana yardım etmek istemişti. İlan asmıştı 'eleman aranıyor' diye ama çalışma şartlarını sıralamamış, her şeyi bana bırakmış, 'Sen ayarlar, bana haber verirsin' demişti. Toplamda haftada en az iki buçuk gün olacak şekilde gidiyor, çalıştığım saat üzerinden kazanıyordum. Yol ve yemek masraflarımı da kendisi karşılıyordu. Fırsat buldukça gidiyordum yine de ben. Hem patronun iyi niyetini suistimal etmeyerek ona mümkün olduğunca yardımcı olmak, hem de para kazanmak için. Kitapçıda istediğim kitapları okuyabiliyor, ders çalışabiliyordum. Bizim ev küçük, karanlık ve son zamanlarda çoğu kez kalabalıktı, insanın içinden gelmiyordu orada çalışmak.

Ona patron demek haksızlık bu anlamda. Kazım Abi'ydi o benim için.

İşgal sebebiyle okul tatil edildiğinden beri her gün gidiyordum kitapçıya. Yapacak bir şey yoktu zaten. Nisan, mayıs ve haziranda kaybedilen süreyi telafi etmek için 15 Ağustos'ta açılacakmış okul, bizim bu yaz 8 haftalık zorunlu stajımız vardı oysa. Onu nasıl ayarlayacağız bilmiyorum. Bu yaz yapmasak nasıl olurdu acaba ya da bir kısmını gelecek yaz yapsak... Eğer bu sene staj yapmak zorundaysak haziranda gitmeliydik. Ulaş ve Kaya'yla konuşmam lazım.

Kazım Abi ve staj konuları zihnimi daha fazla oyalayamamış, aynı konuya dönmüştüm yine: Derya. Onu görmek istiyordum, onu düşünmeden bir anım bile geçmiyordu. Sürekli kafamda onun düşüncesiyle yaşamak gündelik hayata uyum sağlamamı zorlaştırıyordu. İşin ilginç yanı, onunla tanıştıktan hemen sonra böyle bir istek yoktu. Düşüne düşüne bir saplantı haline gelmişti Derya bende.

SEPYAΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα