BÖLÜM - 7

65 5 0
                                    

KAYA ANLATIYOR:

Üç koca gündür kendini bilmez bir halde yatıyordu Zeynep. Çarşamba günü her şey çok güzel başlamıştı oysa. Ulaş, Zeynep ve birkaç arkadaşla daha, direnişi başlatmak için mahalleye gitmiştik. Barikat kurmak için gerekli her şeyi iki gün içinde hızlıca toplamış, kamyoneti ayarlamış ve kamyonetin kasasında marşlar söyleyerek hep birlikte koyulmuştuk yola. Mahalleye vardığımızda mahalledeki sessizlik ve her zaman sokakta oyun oynayan çocukları görmemek beni biraz şaşırtmıştı, Ulaş ve Zeynep'in anlata anlata bitiremedikleri mahalle profiline pek uymuyordu burası. Bu yoksul gecekondu mahallesi derin bir yasta gibiydi adeta. Ulaş ve Zeynep bunun üstünde durmamış, doğruca Kadir ve Nergis'in kapısını çalmışlardı. Bu sırada ben de diğer arkadaşlarla birlikte kamyoneti boşaltıyordum. Kapıyı solgun yüzlü, gençten, güzelce bir kadın açtı. Saçları dağınık, üstü başı özensizdi. Kapıda kalabalık bir grup görünce önce kavrayamazcasına duraksadı, elleriyle saçlarını düzeltmeye çalışırken bizi içeri buyur etti. Biz girmek istemedik, bir an önce işe koyulmak istiyordu diğer arkadaşlar. Nergis ısrarcı olunca hep birlikte girdik içeri. Bu çiftin Ekin diye şirin bir kızları varmış, Ulaş bahsetmişti. Kız ortalarda görünmüyordu, Nergis evde yalnız olmalı. Acaba Ekin'e bir şey mi oldu diye düşünmeden edemedim açıkçası. Nitekim Ulaş da bir tuhaflık olduğunu hissetmiş olacak ki, Ekin'i sordu direkt. İçeride uyuyormuş. Hemen sonra, biraz zorlanarak da olsa o kötü günü anlattı Nergis ağlayarak.

Kimseden çıt çıkmıyordu. Vietnam'da her gün onlarca çocuk ölüyor, dünyada ise yüzlerce çocuk açlıktan, sefaletten, hastalıklardan, kötü koşullardan... Her ne kadar bunlara duyarlı olduğumuzu düşünsek de üç gün evvel bu sokakta koşuşturan, bu insanların bu denli hayatlarında olan bir çocuğun ölümü insanı daha duyarlı kılıyormuş, bunu anladım. Kokusunu, bakışını, sesini bildiğin küçücük bir çocuk... Tarafsız olamıyoruz çünkü duygularımızdan arınamıyoruz. Öte yandan duygularımızdan arınırsak bırak devrimci olmayı, insan olamayız ki... Kimse cesaret edemiyordu bu sessizliğini bozmaya, diyecek bir şey de yoktu; çaresiz, kalktık aynı sessizlikle.

Kamyonet dönmüştü çoktan. Getirdiğimiz şeyleri evin solundaki barakaya (Burası Nergislerin eski eviymiş) yığdık ve bir süre gecekondu mahallesinin tozlu yollarında yürüdükten sonra ilk dolmuşa atlayarak marşlar söyleyerek geldiğimiz o yoldan ölüm sessizliği içinde geçtik bu kez. Vurallara gelmişti herkes. O gün kimse kendi evine gitmedi.

"Benim hatam! Ne diye bırakırım ki onları öyle! Biz orada olsak böyle mi olurdu! Barikatmış! Allah kahretsin barikatını da savunmasını da! Onca söylenti boşuna mıydı? Ne diye kalmadık ki orada! Barikat mı lazımdı onlara! Biz lazımdık!"

Ulaş tüm akşam kendini yiyip bitirdi; yetmedi, duvarları yumrukladı, kitaplarını fırlattı, bağırdı, çağırdı, sonra sessizliğe gömüldü. Zeynep ise o gün hiç konuşmadı. Üzüntülüydü elbet ama gerçek duygularını anlamak imkansızdı. Ne Ulaş'ın öfke patlamalarına ne de onu daldığı düşüncelerden kurtarmak için attığım laflara karşılık verdi. Öylece oturdu tüm akşam.

Neyse ki diğer arkadaşlar çabuk toparlanmışlardı, o kadar ki mutfakta ateşli bir tartışmaya kapılmışlardı gecenin ilerleyen saatlerinde. Konu, 6.Filo ziyaretiydi. Amerika'nın 6. Filosu Türkiye'ye geliyormuş! Bunun gerçek olup olmadığını, gelirlerse onları ne şekilde karşılayacaklarını tartışıyorlardı. Türk konukseverliğini en iyi şekilde göstermeliydik onlara! Çay bardakları boşalıyor doluyor, sigaralar sönüyor yenileri yakılıyor, küllükler doluyor boşaltılıyordu; hayat devam ediyor dercesine. Salondaki derin sessizlik ise hayatın o an bir noktada takılı kaldığını fısıldıyordu.

SEPYAWhere stories live. Discover now