BÖLÜM - 6

87 5 0
                                    

EKİN ANLATIYOR:

Yaz mevsiminin kışa karşı zaferiydi bu rengarenk doğa, mis gibi çiçek kokuları, gülümseyen güneş. Havaların ısınması ve günlerin uzamasıyla biz mahalle çocukları da eve girmez olmuştuk. Kış ve aradaki geçiş dönemi olan yağmurlu bahar mevsimi bitmiş, yaz gelmişti. Son zamanlarda annem de okula gitmiyordu, keyfime diyecek yoktu.

Öte yandan mahalledeki büyükler huzursuzdu, bizlerin neşeli çocuk sesleri bile mahalleyi şenlendirmeye yetmiyordu. Bu huzursuzluğun sebebiyse önce kulaktan kulağa, daha sonra açıkça konuşulan, mahallemizdeki gecekonduların yıkılacağına dair söylentilerdi. Herkes kendince bir yorum yapıyordu; "Ölsek de yıktırmayız." diyenler de vardı, "Yıkıp apartman yapsalar da bize birer daire düşse." diyenler de.

Evimizi yıkacaklardı! Bir çocuk için evi, başını sokup sığındığı bir yerden daha da ötesidir. Ben bu mahallede doğmuştum, arkadaşlarım buradaydı. Bu sokaklarda oynuyordum kendimi bildim bileli. Ufacık da olsa bir odam, odamda posterlerim, bebeklerim vardı, bu evden okula gidecektim birkaç ay sonra, ders çalışacağım masam bile hazırdı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu benim de.

Aklıma Ulaş Abi'nin anlattığı hikayeler geldi. Ne demişti? Tüm öğrenciler toplanmışlar, ellerinde pankartlarla (Bunun ne demek olduğunu açıklamamıştı) eylem yapmışlar. Eylem, topluca yapılan gösteri demekmiş, sloganlarla (Bağırmak gibi bir şey) taleplerini ve tepkilerini sıralıyorlarmış. Ne isterlerse onu söylüyorlarmış üstelik! Sadece hepsi aynı anda aynı şeyi söylemeliymiş, tek kural buymuş. Çok kolaydı! Biz de yapabilirdik.

Bir pazar günü 15-20 çocuk toplandık. Onlara, ne yapacağımızı anlattım. Elimizi yumruk yaparak sol kolumuzu havaya kaldırmalıydık. Sağı-solu bilmeyen arkadaşlarıma sol ellerini gösterdim. Kolayce ezberlemeleri için sol bileklerine tükenmez kalemle çarpı çizdim. Ulaş Abi de bana böyle öğretmişti.

İkili sıra olduk ve başladık bağırmaya:

"Evimizi yıktırmayız!"

"Burası bizim mahallemiz!"

Pek başarılı olmadığımız aşikardı ama kısa sürede yaptığımız gürültüyle dikkat çekmeyi başarmıştık. Tüm mahalle pencerelere, sokaklara dökülmüştü. Annemle babama kaydı gözüm. Annem şaşkınlıkla bakıyor, babamsa gururla gülümsüyordu. Onlara baktığımı görünce alkışladı beni – daha doğrusu bizi. Bir anda şenlik ortamı oluşmuştu mahallede, ta ki o kaba erkek sesi bizim minik seslerimizi bastırana dek:

"Yeter ulan, tüm gün kafamızı şişirdiğiniz yetmediği gibi bir de anarşik mi kesileceksiniz başımıza!"

Melek Abla'nın babasıydı bu. Tüm çocuklar korkardı ondan. İri yarı, kaba saba bir adamdı. Melek Abla'nın kardeşleri Güneş ile Ahmet'i hepimizin önünde defalarca kez dövmüştü. Sadece çocuklar değil, tüm mahalle sevmezdi onu aslında, biliyordum. Hem anarşik ne demekti ki? Tüm çocuklar sustu, sıranın arkasındaki en küçüklerimiz Güneş ve Ahmet koşarak kaçmaya başladı. Onların ardından diğer çocuklar da sırayı bozarak dağıldılar. Elini sımsıkı tuttuğum kuzenim Suna ve ben kalmıştık ortada. Suna da babasına sığınmak için elimden kurtulmaya çalışıyordu. Sonunda biz de kenarda duran ailelerimizin yanına çekildik.

Meydan, boş kalmıştı.

Hayır, meydan babamlara kalmıştı!

Babam ve diğer işçi babaların hepsi Melek Abla'nın babasına karşı çıkmaya başladılar. Neler diyorlar duymuyordum fakat bir süre sonra Aykut Amca: "Ne haliniz varsa görün lan, yettiniz!" diye bağırarak evine yöneldi, Melek Abla'yı, Güneş ve Ahmet'i eve doğru itekleyerek içeri girdi.

SEPYAWhere stories live. Discover now