BÖLÜM - 5

91 6 1
                                    

LEVENT ANLATIYOR:

İşgaller öğrencilerin zaferleriyle sonuçlanıyor, bu beni daha büyük bir umutsuzluğa sürüklüyordu. Sevinmem gerekiyordu değil mi? Sevinemiyordum işte! Tam da her şey yeni başlamışken... İlk kez böyle örgütlenmişti devrimci öğrenciler. İlk kez mi? İlk kez olur muydu hiç! Benim için ilkti ama; ilk kez devrimci ruhu içimde hissetmiştim. İçimde bir iş görmenin saadedi...

Sanki anlamamıştım her şeyin planın bir parçası olduğunu... Hasta amcamı ziyaret ailemin Almanya'ya gitme sebebi değil, bahanesiydi. Başından beri hissediyordum bir şeyler döndüğünü. Almanya'yla yapılan onca telefon konuşması, annemin bir anda kabaran Almanca aşkı ve Almanca öğrenmek için özel hoca tutuşu... Babamın şirketteki işlerini hızla toparlayıp şirketi Abdullah Bey'e emanet etmesi... Amcamla bir anda girilen ortaklık... Sağ olsunlar, beni de unutmamışlar, bu iş anlaşmasını tam da okulun bittiği döneme denk getirmişlerdi. Bir an önce gelirmişim, yazın orada bir dil kursuna kayıt olup Almanca öğrenirmişim, İngilizce'yi zaten bildiğim için çabuk uyum sağlarmışım yabancı bir ülkeye, annem bile şimdiden alışmışmış. Gelecek dönemden itibaren de Almanya'da devam edermişim mimarlık eğitimime. Zaten Almanya harika bir yermiş, burada mesleki açıdan kendimi daha iyi yetiştirirmişim. Türkiye'de durulmazmış artık, ortalık iyice karışmış, can güvenlikleri kalmamış. İşler de iyi gitmiyormuş...

Ne yapacaktım şimdi? Ulaş'la konuşsa mıydım ki... "Gitme!" diyecekti tabii ki Ulaş. Ulaş bana hep destek olmuş, ne Seçkiner soyadını ne de burjuvalığımı umursamış, beni bağrına basmıştı "yoldaş" diye. Yoldaş olur muydu benden? Burada kalabilsem belki de olurdu...

Güvenlikten aradılar, Ulaş gelmişti.

"Bunlar hala bana alışamadı, daha fazla gelmem gerek herhalde."

"Gel tabii, koskoca evde kafayı yiyorum ben bir başıma."

"Geliyoruz ya oğlum, son birkaç güne kadar çıktığımız mı vardı evinden?" Tutmak için daha fazla dayanamadığı her halinden belli bir şekilde heyecanla vermeye başladı haberleri: " İstanbul Üniversitesi'ni görmeliydin. Buralar ne ki? İstanbul Üniversitesi kaynıyor, kaynıyor! Bunların başında bir yoldaş var ki hele!.. Çok iyi direndiler. Buradakiler şanslıydı biraz, İstanbul'da polisler göz açtırmıyor. Tabii açan açıyor." diyerek göz kırptı.

Birden sustu, kendini benim oturduğum büyük koltuğun karşısındaki tekli koltuğa attı ve az önceki heyecanına tezat bir ciddiyetle sordu: "Hocam, neyin var senin?"

Anlatayım mı? Kesin karar verip de "Kararım şu" demek daha sağlam bir duruş olmaz mı? Ulaş bu, ona da kendimi kanıtlamak zorundaysam artık!

Anlattım.

"Ne yapayım ben şimdi?"

Tam da tahmin ettiğim gibi, Ulaş'ın cevabı açık ve netti: "İstemiyorsan gitme." Gitme diyorsun iyi hoş da, bunu bizim pedere nasıl söyleyeceğiz bakalım. Haber bekliyor benden üç gündür. "Ani oldu, bunu düşünmek istiyorum müsaadenizle..." dediğimde bile nasıl kızmıştı! Ulan hayırsız evlat, biz senin iyiliğini düşünüyoruz, daha iyi eğitim al, senin okuduğun komünist okulunda da bilmem ne de... Bir sürü baş ağrısı...

Ulaş'la konuyu uzun uzun konuşmadım. Konuşacak bir şey de yoktu, onun için konu basitti: İstemiyorsan gitme!

Ulaş gidince yeniden yatağıma döndüm. Bir süre tavana baktım, ne düşündüğümü bilmeden düşündüm. Çok mu büyütüyordum acaba? Altı üstü bir karar verecektim. Her zaman benim için karar veren birileri vardı. Şimdi de var. Babam planlamış ya her şeyi işte! Gözüm çalışma masasına takıldı. Ulaş'ın getirdiği "Kapital" bakıyordu bana sanki, yanında da babamın Amerika'dan getirdiği kocaman gemi maketi. Biri eski hayatım, diğeri yeni hayatım. Eski hayat mı? Yeni hayatım mı var? Yaptım mı yani seçimimi aslında?

SEPYAWhere stories live. Discover now