BÖLÜM - 14

39 1 0
                                    

KAYA ANLATIYOR:

Masallar gerçek olurmuş! Ulaş'ın anlattığı, bize masal gibi gelen işgal hikayeleri tam da bizim yanımızda gerçek oluverdiler. ODTÜ'de yeni eğitim-öğretim yılı olaylı başlamıştı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencileri yani bizim fakülte 'halka dönük üniversite reformu' isteğiyle boykota karar vermiş, derslere girmiyorlardı. Halka dönük üniversite; herkese eşit haklar tanınması, kesin olarak üniversite özerkliği, öğrencilerin yönetime katılabilmesi ve beyin göçünün önlenmesi için Amerikan eğitim sisteminin değiştirilmesiydi isteklerimiz. ODTÜ üç AID görevlisi Amerikalı ve iki Amerikan taraflısı Türk tarafından Amerikan emperyalizmine yurdumuzda ucuz ve teknikten anlayan aracılar yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. ODTÜ'nün ilk fakültesi olan Mimarlık Fakültesi Amerikan tarzı eğitim yapıyor, öğrenciler mezun olunca Türkiye'de iş bulamadığı için Amerika'ya gitmek zorunda kalıyordu, tam da onların istediği gibi! Bu sistem değişmeliydi. Kapılara "Direniş" yazılı pankartlar asıldı. Rektör, boykot için meşru bir sebep olmadığını, böylesi bir hareketin üniversiteyi huzursuzluğa sürükleyeceğini belirtmiş. Sadece Rektör değil, ODTÜ Öğrenci Birliği de boykotu gereksiz bularak boykotçuları 'ihanet' etmekle suçlamışlar ve bu konu üzerinde tartışmayı reddetmişlerdi. Daha sonraları ise boykotu engellemek için aktif olarak çaba gösterdiler. Boykot için o anlık somut bir sebep yoktu belki ama sebep çoktu. Bunu fark etmiş olan diğer fakülteler de direnişe başladılar bir bir. Artık hiçbir fakültede ders işlenmiyordu. Gazetelerde okuduğum kadarıyla Ankara Tıp'ta da boykot başlamıştı. Öğrenciler, geçen dönem boykotlarla kapattıkları üniversiteyi tatilden sonra yine boykotlarla açıyorlardı.

Forumlardan, görüşmelerden ve geçen 15 günden sonra amacımıza ulaştığımız inancıyla boykotu sona erdirdik. Fakat bu, son boykot olmayacaktı.

Bu arada Zeynep'ten ses çıkmıyordu! Nerelerdeydi bu kız? Fakültede yatıp kalktığımız için onunla görüşme şansımız da olmamıştı. Sonraki günlerde de ses çıkmadı. Evini aradık ama ne zaman arasak ya dışarıdaydı ya da uyuyormuş. Sonrasında ise bize dönmüyordu.

Yağmurlu bir günde Leventle onların evinde oturmuş, laflıyorduk. Ulaş dışarıdaydı, nereye gideceğini söylememiş. Deli gibi yağmur yağıyordu, nerede olabilirdi ki bu yağmurda? Levent'le oradan buradan konuşuyorduk Ulaş'ı beklerken. Levent yaz boyunca Ankara'daymış, hiç tatil yapmadan çalışmış. Şimdi okul başlayınca işe yarı zamanlı olarak devam edecekmiş, bu durumda maaşı da düşecekmiş. "Nasıl geçineceğim, kazanacağım para anca kiraya ve faturalara yetecek." diyordu. 'Nerden nereye...'diye düşündüm. Paranın içinde yüzerken sen tut geçim derdine düş. Ailen yakandan düşmezken aileni tamamıyla kaybet. Doğrusu Levent'in bu denli dirençli olacağını hiç tahmin etmezdim. Ulaş hariç hepimizi yanılttı, iyi ki de öyle yaptı. Bu zorluklar ne güzel bir arkadaşlık kazandırmıştı bize. Parayı dert etmemesini söyledim, hepimiz elde avuçta ne varsa ortak kullanıyorduk zaten. Artık ben de sık sık bu evde kalır olmuştum, bazı günlerdeyse Ulaş bizim yurtta kalıyordu. Neredeyse hiç ayrılmıyorduk. Keşke para denkleştirebilsek de şu salona bir divan ya da yer yatağı alabilsek... O küçük odadaki tek kişilik şiltede ben yatınca başka misafirler evde kalamıyordu.

Dış kapı yumruklanmaya başladı. Ulaş'tı bu. Bir insanla uzun süre beraber yaşayıp ona yakın olunca onu görmesen de ayak sesinden, kapıyı çalış şeklinden ve hatta bir şeyler yaparken çıkardığı tıkırtılardan dahi tanıyabiliyorsun. Nasıl Ulaş'ın kapıyı çalışından onun geldiğini anlayabiliyorsam Levent'i de kalabalık bir evde bile terliğinin çıkardığı sesten ayırt edebiliyorum.

Ulaş sırılsıklam bir halde eve girdi. Bir elinde büyük bir boya kutusu, öteki elinde fırçalar vardı. Eve girer girmez kutuyu yere bıraktı "Kolum koptu!" diyerek. Sular akıyordu üstünden. Bu boya kutusu da neyin nesiydi? Evin içini yeni boyamıştık, dışını mı boyayacaktık bu kez? Boyanın kırmızı olduğunu fark ettim o anda.

SEPYAWhere stories live. Discover now