BÖLÜM - 13

49 3 0
                                    

EKİN ANLATIYOR:

Herkes gibi biz de süslendik, o alana gittik. Bugün düğün günüydü ve üç kişi hariç herkes mutluydu: Ben, annem ve elbette ki Melek Abla. Bizden başka kimse de bilmiyordu zaten gerçekleri. Herkes sanıyordu ki Melek mutlu olacak. Gerçi bunun bir önemi de yoktu, mahallemizdeki insanlar yeri geldiğinde şaşırtıcı derecede açık fikirli ve iyi niyetliydiler belki ama söz konusu geleneklerse geleneklerden ötesi yoktu. Aykut Amca Melek Abla'ya uygun kişinin kim olduğuna karar vermişti, Melek Abla sevmiş sevmemiş, adam Melek Abla'nın babası yaşındaymış, değilmiş ne fark ederdi. En doğrusunu baba bilirdi, kız kısmına söz düşmezdi böyle meselelerde. Melek Abla evleneceği adamı bir kere görmüştü, imam nikahının kıyıldığı sırada o da... İmam nikahı kıyılmıştı, şimdi de düğün zamanıydı, üstelik adamın hala resmi nikahlı bir karısı varken...

Mahallenin dört bir yanı ışıklarla, balonlarla süslenmiş, gündüzleri çocukların oyun oynadığı boş alan tahta sandalyelerle doldurulmuştu. Köşede birkaç enstrüman vardı: Darbuka, org ve saz. Bir de ayaklı bir mikrofon... Yüzleri kirli, saçları dağınık çocuklar bugüne özel güzelleştirilmişler, en yeni kıyafetleri giydirilmiş, saçları özenle taranmıştı. O kadar ki bazıları tanınmayacak haldeydiler. Hele ki kimi kızlara kırmızı ya da çingene pembesi rujlar sürmüşlerdi ki o kadar olur. Bir baktım ki kuzenim Suna da onlardan biri! Ayağında da ayağına büyük gelen alçak ökçeli papuçlar...

"Ay Nergisçim, valla geç kalacaksınız diye korktum. Aa, Kadir Abi nerde?"

Meryem Yenge abartılı saçları, İstanbul'un tüm gazinolarını aydınlatmaya yetecek kadar ışıltılı pullarla süslü elbisesi ve koyu makyajıyla Suna'nın bir üst modeliydi. Annemle bense pek sönüktük. Annem bugünü yas günü ilan etmek istercesine simsiyah, uzun bir elbise giymişti. Benim de pembe gelinliğimi giymek içime sinmemişti, annemin diktiği beyaz benekli yeşil elbiseyi giymiştim. Gerçi bizim abartılı kıyafetlerimize gerek yoktu, tüm mahalle yetirince süslüydü, bizim yerimize de... Kimse görmüyor muydu Melek Abla'nın hüznünü?

"Kadir işten geç gelecek Meryemciğim, o saatten sonra da gelmez zaten, yorgun olur."

Pek umursamamıştı Meryem Yenge. Bir şey demeden davetlileri izlemeye başladı. Her gün gördüğümüz komşular bu ortamda bizim için onları seyre değecek kadar yabancılardı adeta. Düğün alanı dolmaya başlamış, çalgıcılar gelmişti. Hafif bir müzik çalıyordu, küçük kızlar alanın ortasında bir sağa bir sola salınarak kız kıza dans etmeye başlamışlar, haylaz oğlanlarsa etrafta koşuşturuyorlardı.

Meryem Yenge onun bunun kıyafetini, saçını çekiştirmeye başlamıştı ki "Ben Melek'e bir bakayım, bir şeye ihtiyacı vardır belki." diyerek alandan dışarı attı kendini annem. Ben de peşinden... Melek Ablaların evine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladık.

Ben hayatımda bu kadar hüzünlü bir gelin görmemiştim! Bu günden sonra da çok gelin gördüm ama böylesine hüzünlüsünü... Öyle mutsuzdu ki ağlayamıyordu bile! Kapanmıştı içine, yüzünü örten duvağı onun sığınağıydı şimdi, gizliyordu gözlerini. Peki o adam duvağı açınca ne olacak? Çıkacak mı kelebek kozasından? Kaç gün sürecekti ömrü?

Melek Abla bizi görünce bile gülümsemedi. Bize baktı ama görmedi bizi aslında. Kim bilir neler düşünüyordu, şu an neredeydi ruhu? Üstünde eski bir gelinlik vardı Melek Abla'nın, annesinin gelinliğiymiş. Annesinden önce de teyzesi giymiş, ondan önce de büyükannesi. Kimbilir kaçıncı kez elden geçen gelinliği annem Melek Abla'nın ölçülerine uygun hale getirmişti. Provaların birinde: "Uğursuz gelinlik bu Nergis Abla, bunu giyen hiçbir kadının ömrü uzun olmadı." demişti mutlulukla. Annem heyecanlanmış, ölçü aldığı iğneyi Melek Abla'nın sırtına batırıvermişti bu sözler üstüne. Uğursuz gelinliği giydiği için mutluydu kızcağız! Ömrü uzun olmayacağı için seviniyordu... Nasıl bir dünyaydı bu?

SEPYAWhere stories live. Discover now