BÖLÜM - 52

22 3 0
                                    

KAYA ANLATIYOR:

Anadolu'da güvenli bir şekilde yaşayıp gidiyordum; fakat büyük şehirlerde durum farklıydı. Ankara'da ikinci banka soygunu yapılmıştı. İkinci soygun bizim örgütün işi değildi fakat kimin yaptığını tahmin ediyordum.

Daha fazla duramazdım buralarda. Böyle güven içinde, rahat içinde yaşamak mı devrimcilik? Kendime değil, yoldaşlara haksızlık bu. Onlar göndermedi mi beni buraya? Öyle... Öyle ama o zaman durum farklıydı. Artık hareket hızlanmıştı, çok yakındı. Baskılar artmış, önlemler sıkılaşmıştı. Yakındı çünkü. Korkma sırası bizde değil, onlarda. Orada olmalı, son saniyesine dek devrimi solumalı. Bitti miting dönemi. Hareket zamanı! Örgütler kuruldu. Artık büyük adımlarda sıra. Öyle bir döneme girilmişti ki, silahlı mücadeleden yana olmayana sol cenahta devrimci gözüyle bakılmıyordu. Ben silahlanmaya hala bir yanımla karşı olsam da...

Hem burada işim bitmişti artık. Yapacaklarımı yapmıştım fazlasıyla. Ereğli'de işçiler Metal-İş'i bırakıp Maden-İş'e geçiyorlardı akın akın. Bu şekilde devrimci oluyorlardı kendilerince. Köylü desen bizi seviyor, kolluyor. Bizler için yoktan var yaratıyor. Önce misafirdik, baş tacıydık. Artık onlardan biriyiz. Bir sürü adres, birçok bağlantı. Daha ne olsun?

Kararımı vermiş olmanın rahatlığı içinde giydim parkamı. Dize kadar karla kaplı patikada yavaş yavaş yürümeye başladım. Kışın kar, baharda çamur, yazın tozla kaplı yollar... Hiçbiri köylünün çalışmasına, günlük işlerini yapmasına engel değil. Soğuktan çenem titriyordu. Şubat bitti bitecek, mart ayını bahardan sayar utanmazlar. Gelsinler de buraları görsünler. Ankara'da da çok farklı değildir şimdi. Köylüler yaz – kış demeden çalışıyorlar. Özleyecektim buraları. Her ayrılık hüzün taşır ya, bu kez biraz daha yoğun hissediyordum o hüznü. Her ne kadar kaldığım süre boyunca buralardan gitmek istemiş olsam da alışmıştım. Alışılıyor. En kötü şeydir alışkanlık. En kolaya kaçmaktır alışmak. Hele bir de rahata alışmışsan...

Daha fazla alışıp uyuşmadan buradan ayrılmalı, harekete aktif olarak katılmalı ve Ulaş'ın yanına gitmeliydim.

***

Yeniden Ankara'daydım işte. Gökyüzünün o bildik griliği, her an yağmur indirecekmişçesine bulutlarla kaplı kasvetli havası... Telaşlı gençleri, sırtında yük çuvallarıyla ağır aksak yürüyen yaşlıları, her adımda kulağıma çalınan siyasi sözcükler, kalabalığa karışarak saklanmaya çalışan kaçaklar... Ağzımdan çıkan havanın buğusuna karışan sigara dumanı... Her an kavgaya hazır insanlar, her an bir yerlerden patlayıverecek olaylar... Duvarlarda sloganlar ve afişler, yerlerde bildiriler... Dağınıklığında bir düzen var. Her şey aynı, her şey farklı. Büyümüş, olgunlaşmış sanki bu şehir. Deniz kentinde doğmuş büyümüş de olsam bu taş kentte olgunlaşmıştım. Devrime giden yolda ilk adımımı burada atmış, ilk tartışmalarımı burada yapmış, ilk mücadelemi burada vermiştim. Nasıl sevmeyeyim, özlemeyeyim Ankara'yı?

Zeynep'e telefon etmeli şimdi. Bir telefon kulübesi bulmalı. Jeton lazım öncesinde. Kısacık konuşmak, akşama Doktor Erdal'ın muayenesine bir şekilde çağırmayı başarmak lazım onu. Adresi bilir mi acaba? Bilmez. Erdal'ı pek kimse bilmezdi. Doktor derlerdi ya ona, tıp fakültesi dördüncü sınıftan terk aslında. Ortadoğu'ya geçmişti geçen yaz. Bir daha da dönmedi. Babası oğlu daha mezun olmadan kendi muayenehanesini bırakmış ona. Tek mirası buymuş devrimci doktorun. Hapishanelerde geçen senelerden sonra bir daha toparlayamamış. Tek dileği oğlunun mezun olması ve kendisinin yapmaya ömrünün yetmediği şeyleri oğlunun yapmasıymış. Bir dispanser kurarak yoksul halka hizmet vermek de bunlardan biriymiş. Uğruna oğlunu ve karısını terk ettiği büyük aşkını tüberkülozdan kaybettiğinden belki... Belki de salt yardım etme isteği, insaniyetinden... Bilinmez.

SEPYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin