BÖLÜM - 8

47 4 0
                                    

ZEYNEP ANLATIYOR:

İnanılmaz! İşte sonunda bunu da yapmışlar; geceleri yurtları basarak uykudaki insanlara saldırır olmuşlardı.

Haberi tesadüfen duymuştum, iki komşu kadın pencerenin önünde konuşuyordu. Çocukları komşumuz Selmin Teyze'ye emanet ederek doğruca Gümüşsuyu'na gittim.

Kötü şeyler olmuştu, bunu fısıldamıyor, adeta haykırıyordu burası. Nasıl da kalabalıktı! Kaşı gözü yarılmış insanlar, pijamalarıyla kimi... Ulaş nerede? Ulaş burada değilse ben de Zeynep değilim! Öyle kalabalıktı ki yurt avlusu, nerede bulacağım? Yerle bir olmuş yurt kapısından girmiş, yavaşça yürüyordum ki yerdeki kan izlerinin üstündeki dövizi fark ettim. Acele bir el yazısı : "Arkadaş kan izini takip et..." diyor. Kan izi!.. Kan. Çok mu kan dökülmüştü?

Birazdan Taksim'e yürünecekmiş. Nerde bu Ulaş? Kaya da mı burada acaba? Nasıl bulacağım ki bu kalabalıkta? Hem ne gerek var bulmaya, her durumda gitmeyecek miyim Taksim'e? Taksim'e gidecek bu kalabalığın hepsi birer Ulaş, Kaya...

Yürüyüş başlamıştı. Ortalardaydım. Yalnız olmak tuhaf gelmişti, böyle zamanlarda hiç yalnız yürümemiştim. "Açlık Grevi – 6. Filo Defol" yazılı bir döviz taşıyordu en öndekiler. Ellerinde pankartlar kimilerinin. Ne ara hazırlandılar böyle?

İçeri alınan ve yaralanan arkadaşlarının acısını da vücutlarındaki darbelerin acısı gibi içlerine gömmüş, coşku içinde marş söyleyerek ilerliyordu bu güzel kalabalık. Taksim'e gelmiştik, anıtın çevresinde durduk. Bayrak yarıya çekildi, sloganlar, marşlar, nutuklar... Nutuklar da bitti, ee bitti mi miting şimdi? Bu mu? Bu kadar mı protesto? Evet, bu kadardı. "Miting bitti, herkes dağılsın, tahriklere kapılmayın!" deniyordu. Dönmeye başladı kimileri, itiş kakış içindeki kaynayan kalabalıkta en önde buluverdim kendimi. Anıt olduğu gibi önümdeydi. Dönecektim elbet de, içimden hiç de gelmiyordu geri dönmek. İşte o an oradakilerin duygularına bir tercüman çıktı.Sonraları, adının Deniz olduğunu öğreneceğim uzun boylu esmer bir genç Dolmabahçe'yi hedef gösteriyordu. Buydu işte! Kalabalıktan destek geldi o gence. Hınçla dolu herkes, bu kadar insan nutuk dinleyip evine dönecek değildi ya! "Dolmabahçe'ye gidenler haindir!" diyerek yürüyüşü engellemeye çalışanları dinlemedik. Şimdi, Dolmabahçe'ye yönelen kortejin en arkasında yürüyordum.

İki adım atmıştım ki bir el omzuma dokundu. Döndüm, Ulaş'tı! Nasıl bir tesadüf! Okulda bulamadım onu, koca meydanda bu kalabalıkta karşılaştık. Anıtın önündeyken fark etmiş beni. Bir de baktım ki Kaya, Vural, Selim, Hasan, Verda; Ulaş'ın arkasındalar, beraber gelmiş onlar zaten. Neden bana haber vermemişlerdi? İçten içe kırılmıştım. Beraber yürümeye başladık. Biraz sonra kendimi marşlara eşlik ederken buldum, kaptırmıştım kendimi, unutmuştum kırgınlığı da kızgınlığı da. Sadece bu an vardı şimdi.

Gümüşsuyu yurduna yaklaşmıştık, yarılanacaktı yol birazdan. Az ileride bir grubun bizi engellemeye çalıştığını fark edince sıkı sıkıya kenetlendik. Yine de art arda yürüyen karıncaları üzerlerine gelen minik bir darbe nasıl dört bir yana dağıtırsa, öyle dağılmıştık biz de. Arkadaşlarımı kalabalıkta kaybetsem de barikatı aşmayı başarmış, hızla iniyordum merdivenlerden. Az ileride rıhtım...

Ve işte Dolmabahçe! Kalabalık nasıl da coşkuluydu. Sanki o barikatla birinci turu atlamış, daha da güçlenerek devam etmiştik yola. Amerikan erleri korkuyordu! Coşkumuza halk da katılmıştı şimdi. Bir arabanın lastikleri parçalandı, camları kırıldı. Birçok Amerikan arabası taşlandı. Amerikan askerleri denize dökülüyordu bir bir, ikişer ikişer. Birini de ben itmiştim suya! Karaya çıkarmayacaktık askerleri. Bir öğrenci de suya atlamıştı, suda devam ediyordu boğuşma. Ortalık savaş alanıydı. Bir kamyonun içindeki eşyaları yakıyordu öğrenciler. Bir yanda uçsuz bucaksız deniz, öte yanda yangın... Kızıl alevlerle deniz mavisi, tutsaklığın siyahıyla özgürlüğün süt beyazı iç içeydi.

Saatlerdir buradaydık, hava kararmıştı neredeyse, bitmiyordu öfkesi öğrencilerin. Peki Ulaşlar nerede? Döndüler mi ki?

Etrafıma bakınırken bir heyecan dalgası yükselmişti kalabalıktan. Ardından çığlıklar, artan sloganlar... Zafer mi geliyor? Kaya mı o karşıdaki? Evet oydu, biraz arkasında da Ulaş. Oh be, bulmuştum Ulaş'la Kaya'yı nihayet. Kalabalığı yararak onlara doğru yürümeye başladım. Bu hengamede onları yeniden kaybetmemek için gözlerimi onlardan ayırmıyordum. Çok az mesafe kalmıştı, sürekli önümü kesen birileri olmasa... Seslendim, sesim bu gürültüde eriyip gitti. İkisini de arkası bana dönük, bir askerle boğuşuyorlardı. Beni fark etmemişlerdi. Biraz daha hızlandım, Kaya'nın sırtına dokumak üzere elimi uzatmıştım ki bir el sert bir şekilde kavradı sağ kolumu. Dönüp baktım, polis! Polis! Ne zaman gelmişti polis? Yakalandım! Bir şey yapmıyordum ki ben, arkadaşlarımı arıyor... Bırakın! Bağıramıyordum, içimdeki çığlıklar çıkmıyordu dudaklarımdan dışarı. İçeri atacaklar beni! Kardeşlerim ne olacak, ya annem? Bırakmanız lazım beni! Kendim için değil! Kısacık bir ana nasıl da binlerce düşünce sığmıştı. Direnmeye çalıştıkça acıyordu kolum. Saatlerdir aç-susuz, güneşin altında ayakta, güç mü kalmıştı direnecek? Yumdum gözlerini sıkıca. Küçükken de babam nefesinde alkol kokusuyla eve girer girmez sımsıkı yumardım gözlerimi, büzüşürdüm olduğu yerde. Görmek istemezdim minicik bedenimi tekmelenirken babamın yüzünde beliren nefreti. Annemi döverken babam, yine gözlerimi yumardım. Karanlıktan ışıl ışıl yıldızlar geçerdi o zaman. Bir kez yüzüne baksam babamın çünkü... İşte o an bir daha gelmemek üzere kaybolacak yıldızlar, mavi gökyüzü siyaha dönecekti, annemin gözünden bir damla yaş aksa denizler kuruyacaktı. Kirlenecekti çocukluğum... Şimdi yine gözlerim sımsıkı kapalı. Yine de direnmeliyim gücümün son damlasına kadar! Sürüklenmemek için sımsıkı basmıştım yere, polise doğru kaymamalıydı ayaklarım. Ne olduğunu anlayamadan bu kez de sol kolumdan güçlüce çekti biri. Polisten öteki yana hızlıca fırlatılmıştım şimdi de. Gözlerimi açamadım. Her şey nasıl da hızlı ve iradem dışındaydı. Dayak atacaklar şimdi, yere düşmemeliyim, yere düşersem ezerler ayaklarıyla, tekmelerler. Biraz daha direnmeliyim. Yere düşmedim, yere değil, arkamdaki birine doğru fırlatılmıştım çünkü. O kişiye sertçe çarptım sırtımı, tuttu o kişi sıkıca beni. O kişi kim? Polis mi? Tuttu beni işte. Nasıl da sımsıkı sarıp sarmalamış beni, nasıl kurtulacağım? Ben nerden bileyim arkamda da polislerin olduğunu? Bitti her şey, aç gözlerini Zeynep. Nefes nefeseydim. Açtım gözlerini. Bulanıklığın içindeki az önceki polis kolundan tutmuş, götürüyordu Kaya'yı. Göğsüne yaslanmış olduğum o kişiye baktım başımı çevirerek. Gülümsüyordu Ulaş: "İyi misin?" 

SEPYAWhere stories live. Discover now