BÖLÜM- 31

25 2 0
                                    

SEVİM ANLATIYOR:

Zeynep epeydir kafasında evirip çevirdiği düşüncesini gerçekleştirmiş, kalıcı bir işe girmişti. Büyük bir otelin restoranının kapısında gelenleri karşılayacaktı. Tüm akşam rahatsız kıyafetler içinde sahte gülücükler kuşanarak ayakta durmayı gerektiren bir işti bu. Bir yandan para kazanma zorunluluğu, diğer yandan vazgeçemediği tiyatro çalışmaları derken pestili çıkmış bir halde eve geliyordu kız. Dersleri de bu sene daha ağırdı. Yine de bir kez olsun halinden şikayet etmedi.

Şehirli kadınların birçoğu içinde bulundukları durumdan daha zor bir durumda olduklarına inanır, kendilerine acırlar. Başkalarına da ne kadar zorluk çektiklerini göstermek isterler; onları "Beni anlamıyorsun." diye suçlamaları da bundandır. İsterler ki başkaları da onlara acısın ama bunu yaparken kendilerine belli etmesinler. Çünkü 'güçlü kadın' imajına sahip olmak her kadının gururunu okşar. Öte yandan yaşamlarını ilgiyle besleyen çoğu kadının içinde 'güçlü kadın' ile 'ilgiye muhtaç kadın' çatışır durur. Zeynep böyle değildi. Farklılığı da bundandı belki. Zeynep gerçekten güçlüydü ve bunu göstermek gibi bir çabası ya da şefkate karşı doyumsuz bir açlığı yoktu.

Kadınları iyi tanırım. Amcamın evinde yaşadığım zamanlarda önceleri şuuraltı olarak başlayan bir ilgiydi bu. Ailemi çok küçük yaşta kaybetmiştim, kadere inanmasam da bunun için kaderi suçlamıştım hep. Bazen yapacak bir şey olmadığında kaderi suçlamak rahatlatıyormuş insanı, çok küçük yaşta keşfetmiştim ben bunu. Ailem diye amcamları bilmiştim, ne aile ama! Evde kısmen bir besleme gibiydim; yengem için bir hizmetçi, amcam için... 2 yaşındayken ailemi kaybedince onların yanında geçen on iki seneden sonra onlardan koparak liseyi Ankara'da okumak üzere buraya gelmiştim. Bir daha da ayrılmadım buradan.

Ankara'ya geldiğimde artık her şeyin çok güzel olacağına dair inancım, yaşadığım psikolojik çöküntüyü bastırmaya yetmiyordu. Bazen baş edemeyeceğim derecede büyüyen, güneşli bir günde dahi ortaya çıkıveren soğuk bir gölge gibi peşimi bırakmayan karanlık geçmişimi ne yaparsam yapayım silemiyor, hayatımda beyaz bir sayfa açamıyordum. Tiksiniyordum erkeklerden! Erkek alacağını alıp gittiğinde erkeğin üvey kızı olan kuzenimle yorganın altına girer, birbirimize sarılarak ağlardık. Erkekler pisti, iğrençti, kötüydü. Kadınlarsa kırılgandı, senin acınla dahi kırılacak kadar iyiydiler.

Toparlanıyordum yavaş yavaş, neredeyse üç ay olmuştu Ankara'ya geleli. Yeniden gülümsemeye başlamıştım, ta ki o iğrenç herifin, piçini içimde bıraktığını öğrenene dek!.. Henüz on dört yaşındaydım ve sadece erkeklerden değil, tüm hayattan tiksiniyordum. İçimdeki suçsuz yaratığın erkek olduğu düşüncesine dahi dayanamıyordum. Yasal olmayan bir yöntemle, ölümü isterken ölümlerden dönerek kurtulmuştum o içimdeki şeyden. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kaderi suçlamanın saçmalık olduğunu öğrenecek kadar büyümüştüm. Tanrı olsaydı mutlaka beni ve benim gibi acı çeken nice insanı görür, bu haksızlıklara ve eşitsizliklere göz yummaz, çok sevdiği kullarının bunca acıya katlanmasına razı olmazdı. Tanrı yoktu, Tanrı yoksa kader de yoktu. Sadece insan vardı. Yanılıyorsam ve Tanrı varsa bu Tanrı beni cezalandırıyordu. Her durumda ben suçluydum! Bu yaşadıklarımı bir şekilde hak etmiştim demek ki...

Geçmişimden eksik bahsetsem de Zeynep bir şeyler sezinliyordu. Elbette ki asıl yıkımı yaratan şey aklına gelmezdi fakat benim kendimi cezalandırdığımı anlamıştı. O yüzden Belgin'in evine taşınma isteğimi sevinçle karşılamıştı. Normal şartlar altında Zeynep'in asla kabul etmeyeceği bir öneriydi bu, benim için kabul etmişti. Bu sayede kendi ellerimle yaşamımı hapsettiğim hücreden ruhumun kurtulacağını düşünüyordu. Ben de öyle umuyordum. Zamanı gelmişti. Ruhumu özgür bırakmalı, insanlara hayatımı açmalıydım. Belgin'in yanına taşınma fırsatı çıkmıştı önüme. Belki de bu bir işaretti, es geçemezdim.

SEPYAWhere stories live. Discover now