BÖLÜM - 58

20 2 0
                                    

EKİN ANLATIYOR:

Yatağıma uzanmış, yanımda bana hikaye okuyan Ulaş Abi'nin can sıkıntısı sesinden bile anlaşılıyordu. Özgürlüğü üç duvar bir pencere arasına hapsedilmişti. "İçeri düşsem de aynı, bunun penceresizi..." diyordu babama. Babamsa onun iyi vakit geçirmesi için bulduğu tüm kitapları getiriyor, sürekli onu biraz daha dayanması konusunda yatıştırıyordu. Sadece eve kapanmak değildi Ulaş Abi'nin canını sıkan. Bir gün bir ihbar üstüne ya da durup dururken ev basılacak da bizim başımızı yakacak diye ödü kopuyordu. Sürekli bizim bütçemize yük olduğu düşüncesinin ezikliğini hissediyordu. Oysaki biz - söylememe gerek var mı bilmiyorum ama özellikle ben – onun yanımızda olmasından çok memnunduk. Ulaş Abi'nin en keyifsiz hali bile hoş bir neşe barındırırdı. Çok sıcak bir günde yüzünüze esen serin bir rüzgar gibi... Özellikle son günlerde sık sık ıslıkla çaldığı bir şarkı vardı ki, bayılıyordum.

Sürekli kitap ve bol yazılı, resimsiz dergiler okurdu. Bazen ona baktığımı hissedercesine başını kaldırıp bana göz kırpar, sonra yeniden o yazılara dönerdi. Okuması bitip de yanıma geldiğinde isim-şehir oynardık. Bazı zamanlar benim yenmeme müsaade ettiğini bilirdim. Eminim ki zebranın bir bitki, Armutlu'nun bir şehir olmadığını biliyordu.

Geceleri ben ve annem yattıktan sonra babamla uzun uzun konuşurlardı. Söylediklerini duymayı başarsam dahi dediklerini anlayamazdım.

Bazı günler eve bazı ağabeyler gelirdi. Ulaş Abi en çok arkadaşlarının geldiği günler keyifli olurdu. Küçük masamızın etrafına sığışır, altlarını çize çize kitaplar, gazeteler ve resimsiz dergileri okur, sonra bir şeyler yazarlardı. Annem ders çalışmam gerektiği zamanlar bana onları örnek gösterir, o ağabeyler gibi çalışkan olmam gerektiğini söylerdi.

Akşam her zamanki gibi bulgur pilavından oluşan akşam yemeğimizi yemiş, masadan henüz kalkmıştık. Şimdi Ulaş Abi kitaplara gömülecekti yine. Annem bulaşıkları yıkıyor, babamsa mutfakta sigarasını içiyordu. Ulaş Abi sanırım saygıdan, babamın yanında sigara içmezdi. Babamın tüm ısrarlarına rağmen evde birileri varken sigara yakmıyordu.

Karşısındaki mindersiz somyaya oturmuş, onu izliyordum. Son bir senede sanki epeyce büyümüştü. Zayıflamış, iyice belirginleşen elmacık kemikleri yüzüne erkeksi bir ifade katmıştı. Bakışları daha derin ve sertti. O kadar ki ben bile biraz çekiniyordum ondan. O yüzden şimdi ona dikkatle bakarak beni fark etmesini sağlamaya çalışırken bir yandan da kafamdaki soruyu nasıl soracağımı düşünüyordum.

Düşünceli görünüyordu. Bilmiyordum ki onun gibi bir eylem adamına verilecek en büyük cezaydı onu sokaklardan, meydanlardan koparmak...

Başını kaldırınca benim gözlerimle karşılaştı. Bir an boş baktı, sonra gülümseyerek yanındaki minderi patpatladı. Fırlayarak geçtim oraya.

"N'aber?" diyerek göz kırptı.

"İyiiii..." dedim.

"Küs müyüz cimcime?"

"Yoo..."

"Peki neden konuşmuyorsun benimle?"

"Ulaş Abi?"

"Söyle prenses?"

"Ulaş Abi, polisler ve askerler neden seni sevmiyorlar?"

Derin bir iç çekti. Ne diyeceğini bilmez bir halde baktı yüzüme, hemen kaçırdı gözlerini sonra. Hüzün vardı o güzelim zeytin yeşili gözlerde. O an önemsemesem de ne zaman Ulaş Abi'yi düşünsem yüzündeki o hüzün gelecekti gözlerimin önüne. İçim parçalanacaktı her seferinde...

SEPYAWhere stories live. Discover now