BÖLÜM - 55

24 2 0
                                    

BELGİN ANLATIYOR:

Saklandığı karanlıklardan çıkmış, bir gün ansızın gelivermişti Kaya. Nerden gelmiş, nerelerdeymiş bunca zaman, sorulmaz. Koluna n'olmuş, başka nereleri acır, bilinmez. Hayaletlerle yaşamayı öğrenecek kadar büyümüştük biz de. Çocukluğunuzun korkunç hayaletleri yerini iyi yüzlü, beklenen gölgelere bırakmışsa büyümüşsünüz demektir. Hayaletleri yadırgamaktan vazgeçip onları aranıza kabul ettiyseniz, yeterince olgunlaşmışsınızdır.

"Umut etmekten vazgeçtiğin gün büyürsün." demişti Ulaş bana bir gün ansızın. İçerlemiştim, çocuk mu görüyordu beni? Bilmezdim ki asıl zor olan yaşatmak aslında o çocuğu içinde... İlk onu öldürmek isterler. Öyle kötü günlerdi ki, hızla büyüyorduk biz de. Ulaş hariç... Ondan haber yoktu.

Neredeydi Ulaş?

Kaçak yaşamlar gölgelemişti özgür yaşamların üstünü. Çocuk gülüşler siyah beyaz fotoğraflarda kalmıştı, yakılıp yok edilmemişse o fotoğraflar... Külleri hala havada, toz sanırlar... Gece sokaktan ansızın gelen iki el ateş, kasket ve atkının ardına gizlenmiş yüzler – nedense can sıkıcı derecede koyu renkli olurdu o atkılar - yasaklanmış bölgeler, kurtarılmış topraklar, isyanlar, sloganlar, çığlıklar, zindanlar...

Mart 71...

Nasıl unuturum o günü?

O gün günlerden 12 Mart 1971, saat tam 13:00'dı. Radyoda 12 Mart muhtırası okunuyordu. Evde bir anda bir sessizlik oldu, radyonun sesini sonuna dek açtı Kaya. Sanki duyamayacakmışız gibi dördümüz de radyonun hoparlörüne kulağımızı dayadık. İşte en sonunda olmuştu. Ordu hükümeti suçluyor, kardeş kavgasından, anarşi ortamından hükümeti sorumlu tutarak idareyi doğrudan doğruya üzerine alıyordu. Zeynep'le Sevim mutluluk içinde sarıldı birbirine. Ben de sevinmiştim, artık bu kavga gürültü son bulacak, evlerimizin duvarlarına dahi sinen korku silinecekti nihayet. Kaya ise bozulmuş görünüyordu! Tamam, MDD'ci olsa da cuntacı değildi, hiçbir zaman 'Ordu – gençlik el ele!' diyen kesimden olmamıştı o (Sevim'in yorumu bu, ben ne anlarım MDD'den, cuntadan?) ama buna sevinmesi gerekiyordu; hükümet cezalandırılacak, ordu 1960 Anayasası'na, Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkacaktı. Daha ne olsun! Sonraki günlerde birçok köşe yazarları bu doğrultuda yazılar yazacaktı. Devrimci öğrenciler Muhtıra'yı verenlere yönelik SBF'nin binasına bir talepler listesi asacaklardı. Her şey lehimizeydi.

Bunlar olacakken Kaya keyifsizdi. Düşünceli görünüyordu. Öfkeyle dolu gür sesi, bizim neşeli gürültümüzü kesti:

"Siz bile inanıyorsunuz ya... Reformcu söylemlerin ardına gizlenmiş faşist bir darbe bu basbayağı!"

"Olur mu canım, sen dinlemedin herhalde okunanları! Hem baksana kimler imzalamış Muhtıra'yı. Milli Demokratik Devrim çok yaklaştı. Hadi, keyiflen!"

"Çok kötü günler geliyor Zeynep. Sendikalar, örgütler kapatılacak, yayın yasakları başlayacak. Aramalar artacak. İşkence der dururduk, işkenceler şimdi başlayacak asıl! Ulaş çok dikkatli olmalı artık. Ben de ve hatta belki siz de! Kitapları, dergileri saklayın. 'Telefonumuz dinleniyor.' demiştiniz, artık konuştuğunuz her kelimeye dikkat etmeniz gerek."

Kaya'nın saçmaladığını düşünmüş, üstünde durmamışlardı söylediklerinin. Ne yazık ki haklıydı! O günden sonra Kaya'nın kaçak yaşamı başladı. İlk zamanlar Kaya'nın abarttığını düşünüyordum. Oysa her şey onun söylediği doğrultuda ilerliyordu. Haklı çıkmıştı. Bir süre sonra onun da adı radyo ve televizyonlarda bangır bangır okunan arama listelerine girecekti. Ulaş'ın ismi gibi...

Kaya'nın adının radyodan okunduğu andı beni sarsan. Yoksa hayatımda duymamıştım ki muhtıra kelimesini bu zamana dek. Dikkatli yaşam bu denli zorken kaçak yaşam... Radyoda sırayla okunan on, yüz, bin, sonsuzlarca isim... Hiç bitmeyeceğini sandığım, bittikten sonra dahi kulaklarımızda yankılanan o ses:

Ulaş Öztekin, bişey bişey bişey, Kaya Acarsoy.

Bir şey demeden kalkmıştı Kaya, fırladık arkasından. Antredeki portmantodan parkasını aldı, koyu yeşil atkısını öylesine bir doladı boynuna. Siyah beresini ona Zeynep uzattı. Gidiyordu işte Kaya. Şiirsel değil, ağıtsal bir sessizlikti bizimki. Zeynep'i başından öptü, bana ve Sevim'e baktı. Sonra çıktı gitti...

Öyle bir dönemdi ki, hayaletler bile saklanmak zorundaydı...

SEPYAWhere stories live. Discover now