BÖLÜM - 18

35 3 0
                                    

KAYA ANLATIYOR:

1969 senesini hızla geçiyordu. Ocak ayı bitmişti bile. Hava nasıl da soğuktu. Küçükçekmece Gölü'nün donduğunu yazıyordu gazeteler. Ben soğuğu severdim. Yeşil parkama sıkıca sarılmış, yurdun yakınlarındaki bir bankta otururken oldukça hareketli geçen son birkaç ayı kafamda toparlıyordum.

10 Kasım 1968'de "Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü" düzenlenmişti. Ekim sonunda başlayan yürüyüş 10 Kasım'da Anıtkabir'de son bulmuştu. Gençliğin Mustafa Kemal'in devrimlerine sahip çıktığının ve cumhuriyetin yozlaştırılmış kurumlarının düzeltileceğine dair söz verdiklerinin göstergesiydi bu yürüyüş.

Defalarca kez okuyup farkında olmadan ezberlediğim yürüyüş çağrısı şuydu:

"Büyük Türk Milleti!

Atatürk için toplanalım!

Mustafa Kemal'in Milli Kurtuluş idealini yaşatmak için,

Mustafa Kemal devrimine saldıran karanlık güçlere dur demek için,

Milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için,

Tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye için,

Gazi Mustafa Kemal'in Milli Kurtuluşçu saflarında toplanalım!

Yaşasın Türkiye!

Yaşasın yarının bağımsız Türkiyesi için mücadele!"

Öte yandan 'Güler yüzlü Sosyalizm' taraftarlarının 30 aday çıkardığı TİP Kongresi de 68 sonlarına rastlamıştı. Güler yüzlü Sosyalizm tartışmaları Sovyetler'in Çekoslovakya işgali üzerine çıkmıştı. Onlar, bu işgali haksız buluyorlardı.

İşçi hareketleri yoğunlaşmış, grevler başlamıştı.

İşte son günlerde Türkiye'de bunlar olurken bizim ODTÜ'de de "halk savaşının ilk meşalesi" yakılmıştı.

6 Ocak 1969. Unutulmaz bir gündü o gün.

Vietnam Kasabı Komer Türkiye'ye Amerikan Büyükelçisi olarak atanmıştı. Kasap, Vietnam'da pasifikasyon uzmanı olarak çalışmış bu CIA ajanının lakabıydı. 6 Ocak günü öğlen saatlerinde Komer ODTÜ Rektörü'nün daveti üzerine üniversitemize geldi. Otomobili fark edenler direkt olay yerine gitmiş, bizim biraz daha geç haberimiz olmuştu bu ziyaretten. Haber verdiklerinde Ulaş'la kantinde bir şeyler atıştırıyorduk, yediklerimizi bırakarak hemen çıktık kantinden. Komer'in 'Cadillac' marka otomobilinin etrafında kalabalık bir öğrenci topluluğu vardı. Biz de katıldık onlara. Nasıl bir eylem yapılacağına dair bir plan yoktu, her şey kendiliğinden gelişmişti. Önce şoför uzaklaştırıldı, ardından arabanın camları kırıldı. Birkaç kişi otomobili devirmeye çalıştı, olmadı. Daha sonra çelik bir boru yardımıyla arabayı devirmeyi başardılar. Otomobil ters çevrilince benzin deposundan benzin sızmıştı. Bir atkı benzinle ıslatılarak tutuşturuldu ve otomobil alev almaya başladı. Cayır cayır yanıyordu Cadillac. En sonunda enkaz haline gelerek söndü. Hatıra olarak saklamak üzere otomobil enkazından küçük parçalar alanlar oldu, hatta pek emeğimiz geçmese de o günü hatırlatması için biz de birer küçük parça aldık Ulaş'la. Sonraları bir ev aramasında kayboldu o parça.

Elbette ki bu olayın sorumlularının 'arananlar' listesine girmesi uzun sürmemişti. İfadeleri alınmak istenen arkadaşları kurtarmak amaçlı imza kampanyası başlatıldı. Bu eylemin sorumluluğunu hepimiz üstleniyorduk.

Eylemimize ODTÜ dışından destek olanlar çoktu, tabii köstek olanlar da vardı. ODTÜ ise karışıktı. Komer olayı sadece bir başlangıçtı, eylemler devam ediyordu. Jandarma üniversiteyi basmıştı, üniversite kapalı olmasına rağmen aramalar yapılıyordu. Yurtlara da girmek istemişlerdi. Üniversitenin tatil edilmesine tepkiliydik. Üniversite açılmadığı takdirde mücadeleye devam edecektik, aranan arkadaşlar da teslim olmayacaklardı. 24 Ocak'ta dersler yeniden başladı. Söz verdiğimiz gibi, 7 Komerzede teslim olmak için geldi. Onları davullu zurnalı, bol sloganlı bir törenle teslim edecektik. Hep bir ağızdan marşlar söyledik, sloganlar attık. Rektörlüğün duvarına 'Beyaz Saray' yazıldı, ne doğru bir yakıştırmaydı bu! Rektörlüğün önündeki 'Orta Doğu' flamasının yerine İstiklal Marşı eşliğinde Türk Bayrağı'nı çektik. 'Güneşi İçenlerin Türküsü' okundu ve en sonunda yine davul zurnalar, halaylar ve sloganlar eşliğinde arkadaşlarımız teslim oldu.

Yeni bir disiplin kurulu kurulmuştu, bazı öğrencilerin ilk sorgulamaları birkaç gün önce yapıldı. Bir sonraki toplanmalarındaysa kurul üyelerinin aralarında anlaşmazlık çıktığı için cezalara karar verememişlerdi. Bakalım neler olacak...

Bu karışıklık, baskılar ve belirsizliklere rağmen işin eğlenceli kısımlarını da yakalamıştık. Ters dönmüş yanan otomobil amblemli 'Komer 69' isminde bir futbol takımı kurulmuştu. 'Vietnam' adlı bir oyun oynandı. Bunlar işin güler yüzlü taraflarıydı, eylemlerimizi bu yollarla da sürdürüyorduk.

Tüm bunları kafamda yeniden yaşarken Ulaş ve Zeynep geldi yanıma. Zeynep'in yanakları ve burnu soğuktan kıpkırmızı olmuştu.

"Seni burada bulacağımızı biliyordum." dedi Ulaş. Bunları söylerken kaş göz işaretleriyle de bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana. Ben hala düşüncelerimin etkisindeydim, anlamadım ne demek istediğini. Sessizce dudaklarını oynattı, dudaklarını okuyunca hatırladım, düşüncelerimi orada bırakarak kalktım yerimden.

Zeynep'e dönerek "Sana bir şey göstermek istiyoruz." dedi Ulaş. Meraklanmıştı Zeynep. Seri adımlarla yürümeye başladık.

Köroğlu'nun 'Benden Selam Olsun' türküsünü Komer eylemine uyarlayarak marş haline getirmiştik. Ulaş ağzına takılan bu türküyü yol boyu söyledi:

"Bizden selam olsun Yankee şefine

Üstümüze adam salıp durmasın

Vietnam'da oynadığı oyunu

Türkiyemde oynamasın."

Sürprize yaklaşmıştık. Aralık ayında geleneksel ağaç dikme bayramımız olmuştu. Sürpriz de bununla ilgiliydi.

Rengarenk kurdelelerle süslenmiş minik fidanları görünce mutlulukla ışıldadı Zeynep'in gözleri. Henüz yeşillenmiş minik ağaççıkların rengarenk kurdeleleri rüzgarda nazlı nazlı salınıyordu. Gerçekten de güzel manzaraydı fakat bu değildi sürpriz. Kurdelelerin uçlarına minik kağıtlar tutturulmuştu. "Okusana." dedim Zeynep'e. Fidanlara yaklaştı, incitmekten korkarcasına tuttu kağıtlardan birini. Üstünde 'Zeynep Ağacı' yazıyordu. Diğerlerine de baktı tek tek, hepsinin farklı farklı renkteki kağıtlarının üstünde aynı yazı vardı: Zeynep Ağacı.

"Sana yeni yıl armağanımız. Fırsat olsaydı seni daha önce getirecektik buraya. Bunları Kaya'yla beraber diktik. Büyüyünce birer Zeynep ağacı olacak hepsi. Bu fidanlara senin adını verdik; sana benzesinler, senin gibi tüm güçlüklere meydan okusunlar, fırtınalara rağmen dimdik ayakta durabilsinler diye..."

"Soğuktan..." dese de gözleri dolmuştu Zeynep'in. Bir şey diyemedi ama sıcacık gülümsemesi ve dolu dolu gözleriyle dolu dolu sevgi sundu bize.

Minik ağaççıklarımız tüm rüzgarlara dirensin, Zeynep'in adını en onurlu şekilde yüzyıllar boyunca taşısınlar... Yeni yıl dileğim buydu benim.

SEPYAOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz