BÖLÜM - 66

26 2 0
                                    

BELGİN ANLATIYOR:

Babamı beklerken elleri kelepçeli, gözleri ve ağzı bağlı birini getirdiler odaya. Neredeyse tüm suratını kaplamış bezler, yüzünü seçmemi engelliyordu. Bu haline rağmen hala çırpınıyor, adamların elinden kurtulmaya, bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

"Bu ne hal!" dedi benim sorgucu.

"Eve girerken kapıda yakaladık. Çok bağırdı, kolumuzu ısırdı, biz de ağzını bağladık."

"İyi iyi. Açın şimdi. Burada bağıramaz, bağırırsa sustururuz!"

Bu, uçuk renkli minik çiçeklerle bezeli açık mavi eski püskü elbise, alelacele toplanmış uzun simsiyah saçlar...

Zeynep'in ağzını açtıkları gibi bağırmaya başladı. Bağırıyor, "Pis faşistler!" diye hakaretler ediyor, sloganlar atıyordu. Gözlerini açtılar sonra da. Gözlerini kırpıştırdı, tam bağırmak üzere ağzını açmıştı ki beni görünce inanamadı. Ağzı açık kalmıştı.

Nerden bilebilirdim yüzleştireceklerini? Zeynep, karşısında kusursuz makyajı, tek bir teli dahi dağılmamış saçlarıyla beni görünce ne düşünmüştü kim bilir... Karmakarışıktı yüzü. Bağırmıyordu da. Gözleri, gözlerimde donup kalmıştı. Yere bakmaya başladım.

Şimdi anlamıştım. Bu güzel görünme, kendime çeki düzen vermem için yapılan ısrarlar planın bir parçasıydı.

Çöken sessizlik telefon sesiyle bozuldu. Bizim bakışmamızı yüzünde büyük bir hazla izleyen sorgucu sinirli bir hareketle uzandı telefona.

"Alo? ... Tamam, sonra..."

Bu kısacık süreçte Zeynep toparlanmıştı: "Hepiniz yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz, pis faşistler! Amerikan uşakları!"

"Eee, yettin artık!" diyerek okkalı bir tokat attı Zeynep'in yüzüne. Bir anda kıpkırmızı oldu Zeynep'in yanağı.

"Zeynep Mer..."

Sinirlendi adam. Elindeki kalemi sertçe bıraktı masaya, önündeki kağıtları hızlı hızlı karıştırmaya başladı.

"Zeynep Mercanten." diyerek hatırlattım ona, başımı yerden kaldırmadan. Zeynep'in bana dehşetle bakan gözlerini hissediyordum yüzümde.

"Zeynep Mercanten sen misin?"

Bir şey demedi Zeynep. İnkar etse ne olacaktı ki sanki, her şey açıktı işte. Ben anlatmıştım her şeyi... Sessizlik uzayınca başımı kaldırdım. Bana bakmaktan olan Zeynep'in gözleri, gözlerimi yakaladı. Gözlerimin tam içine bakarak: "Evet." dedi.

Aldığı cevaptan tatmin olmuş adam ikinci soruyu sordu:

"Ulaş Öztekin'i tanıyor musun?"

"Evet."

"Belgin Hanım'ın evinden çıkan kitaplar sana mı ait?"

"Evet."

Yine gözleri gözlerimin içindeydi. Öyle bir bakıyordu ki, gözlerimi çekemiyordum. Yer altına girmeyi dahi değil, yok olmayı diledim. O bakışlar içime kazındı. Zeynep'in o bakışları ömrüm boyunca gözlerimde kaldı.

"Götürün!"

İki kolundan tutarak çekiştirdiler Zeynep'i. Odaya girerken çırpınan, ağzı açıldığı an sloganlar atan o kız sessiz sessiz yürüyüp gitti...

"Gidebilirsiniz." dedi adam bana dönerek. "Belgin Hanım'a eşlik edin!"

Beni lavaboda güzelleştirme çabaları, makyaj yapmam için çantamı vermeleri Zeynep'in canını daha fazla acıtmak içindi. Sonraki dönemlerde olduğu gibi 12 Mart döneminde de en yıpratıcı işkenceler psikolojik işkencelerdi. Henüz bu oyunun şokundayken eşyaların üstünden atlayarak darmadağınık eve girdiğimde çalan telefonla ikinci bir şoku yaşadım. Arayan, babamdı. "İşe yaradı demek, bıraktılar seni. Seninle bu konuyu ayrıca görüşeceğiz. En kısa zamanda buraya geliyorsun, derhal, ilk otobüsle!" dedi. Ne yaramıştı işe? Meseleyi biraz daha kurcalayınca birleşmişti parçalar.

Üst mevkilerden birini bağlamıştı babamın amcaoğlu. Telefonlar edilmiş, beni bırakmaları salık verilmişti. Sabah saat 10 civarında olmuş bu. O genç adamın amirinin kulağına bir şeyler fısıldadığı zaman işte... O kirli gömlek, işkence odası, işkence tehditleri, "Tek bir isim ver, seni bırakacağız" yalanları... Son bir oyun oynamışlar ve kazanmışlardı. Nasılsa bırakacaklardı beni, son bir hamleyle belki ağzımdan bir şey alırlardı.

Aldılar da...

Zaten kurtarılmış hayatımı Zeynep'in hayatını feda ederek kurtarmıştım kendimce...

Geri dönmeyi, onu bırakıp beni almaları için yalvarmayı geçirdim aklımdan. Her şeyi göze almıştım bu kez.

Ne yazık ki hayatta bazı biletler tek gidişliktir, aynı yolun dönüşü yoktur...

Kafamda korkunç bir uğultu, memlekete doğru yola çıktım.

SEPYAWhere stories live. Discover now