BÖLÜM - 42

24 1 0
                                    

BELGİN ANLATIYOR:

Polis otomobili uzaklaştıktan sonra korku içinde girdiğim evde her şey yerli yerindeydi, bir anormallik yoktu. Belli ki arama yapılmamıştı. Neden götürmüşlerdi o zaman Zeynep'i? Artık bu polis baskınları ve sorguya götürmeler çoğalmıştı, duyuyorduk. Yine de Zeynep'in pek bir şeye karıştığını sanmıyordum. Bu aralar tüm ilgisini tiyatroya yöneltmiş durumdaydı, Ulaş ve Kaya'nın bıraktıkları kitapları bile okumuyordu. Hatta geçenlerde Kaya'yla bu yüzden tartışmışlardı. Zeynep'in başarılı bir tiyatrocu olacağından şüphem yoktu. Belki bir gün onun da resmi çıkar dergilerde. Peki neden polisler Zeynep'i almışlardı? Hadi Kaya ve Ulaş'ı alsalar, şaşırmazdım da... Acaba Ulaş'ı da aldılar mı?

Ulaş için duyduğum endişe korkumu bastırmıştı. Keşke ondan haber alabilseydim...

Arama yapmak için gelirlerse Zeynep'i ya da Ulaş'ı zor duruma sokacak bir şey var mı diye hızlıca etrafa göz gezdirdim. Orta sehpanın üstünde, içinde ısırılmış bir parça ekmek duran bir tabak vardı. Zeynep'in olmalı. Kız ekmeğini bile bitiremeden apar topar... Gazetelik yine dağınıktı, kızları o kadar da uyarmıştım şu gazeteleri düzgün koyun diye. Düzeltmek için elimi attığım gazetelikte bir tomar kağıtla karşılaştım. Bildiri dedikleri şey bunlar! İşte bunlar yüzünden almışlardı Zeynep'i. Arkadaşlar, kardeşler! Okusam mı? Okursam beni de tutuklarlar belki. Peki ben ne yapacağım bu bildirileri? Evde bunlarla kalamam. Beni de alıp götürürler.

Hızlıca topladım kağıtları. Halının altı da dahil olmak üzere her yere defalarca kez baktım, tek bir tanesi bile evde kalmamalı. Bir şekilde kurtulmalıydım bunlardan. Ne yapacaktım? Kağıtları ufak ufak yırtmaya başladım.

Kapıdaki anahtar sesini duyunca irkildim, demek hala tetikteydim.

"Sevim?"

"Benim. İstanbul işi yattı. Kabahat bende, bunlara güvenirsen işte böyle kalırsın. Neymiş efendim, yağmur yağacakmış da hem zaten İstanbul'da... Aa! Onlar da nedir kuzum?"

Sevim'e gördüğüm her şeyi anlattım. Zeynep'in bildiriler yüzünden götürüldüğü fikrime katılmıyordu.

"O zaman bildirileri de alırlardı, neden evde bıraksınlar ki? Hem evi de aramamışlar diyorsun."

"Belki sonradan gelip alacaklar."

"Yok canım, olur mu öyle şey."

"Her neyse... Bir an önce bunlardan kurtulmamız gerek Sevim."

Sevim Zeynep'e sormadan bir şey yapmak istemiyordu. Bildirilerden birini aldı, hızla okudu. Sakıncalı bir şey görmemişti. Sadece üslubu biraz sert... Bildirileri kendi odasında saklama isteğini de kabul etmedim. O bildirilerle aynı evde kalamazdım ben.

"Tamam, peki." dedi Sevim. "Ulaş'ı ya da Kaya'yı bulalım, gelip alsınlar bunları."

Kaya'yı yurttan aradık, ulaşamadık. Levent'in kitapçısı da cevap vermedi. Bildirileri çöpe atmaya Sevim'in gönlü elvermiyordu. Bırakın yırtmayı, buruşanları bile tek tek düzeltiyordu. Beni ikna etmeye çalıştı. Kapıya dayanan polisleri ben gördüm tabii, hiç acımadan alıp götürdüler kızı. Ben ikna olmayınca bildirileri bırakabileceği bir yer düşündü. Artık sabırsızdım. Altı üstü bir kağıt parçası. Çok önemliyse yeniden yazarlardı.

"Peki." dedi Sevim. "O zaman şöyle yapacağız..."

Sağlam kalmış bildirileri aldı, açık pencereden önce birer birer, ardından kalanların hepsini bir anda fırlattı. Duvar kenarına çekilerek tülün ardından izlemeye başladık. Bildiriler, üstlerinde yazan sözcüklerin sertliğine tezat bir şekilde, nazlı nazlı savruldular boşlukta. Yine aynı sakinlikle usulca yeryüzüne bıraktılar kendilerini. İnsanlar şaşkındı, gökten bildiri mi yağıyordu? Her geçen önce bir yukarı bakıyor, ardından eğilip birini alıyorlardı. Elden dağıtsan böyle ilgi çekmeyecek...

Gökten bildiri yağıyordu. İlahi bir şey, kutsal satırlar gibi...

Sevim usulca mırıldandı:

"İşte sadece buna inanıyorum ben..." 

SEPYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin