BÖLÜM SONSUZ

70 2 0
                                    

MERİÇ ANLATIYOR:

Uzun konuşamayacağım, konuştukça ölürüm. Hızlıca anlatacağım, bir seferde, acısız olacak.

Üzerine edebiyat yapılamayacak kadar büyük acım. Bu nedenle o akşam gökyüzünün nasıl kızıl olduğunu, lacivert gecenin nasıl da birden siyaha döndüğünü ve sessiz çığlıklarla nasıl sağır olduğumu anlatamayacağım.

Ardı arkası kesilmez sancı ve bulantılarla geçen bir günün ardından salondaki kanepede uyuyakalmıştım. 'Herhalde bu bebek hayatı boyunca beni bir daha bu kadar üzemeyecek!' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kapı sesine sıçrayarak uyandım.

"Korkma, benim."

Bülent'in sesini tanımasam o akşam kapıdan giren o omuzları çökmüş, bir günde en az 10 yıl yaşlanmış bu adamın kocam olduğuna inanmayacaktım.

"Ne oldu?"

Ne oldu diye sormuştum, bir şey mi oldu diye değil. Bir şey olduğu öyle belliydi.

"Ulaş'tan haber aldım." dedi kocam. "Gözaltında kaybolduğunu söylüyorlar..."

Gözaltında kaybolmak mı? İlk anda aklım almadı bu cümleyi. Gözaltında kaybolmak... Kaçmış mıydı? Kaçmadıysa nasıl kaybolmuştu gözaltındaki, her an gözlerinin önündeki bir insan?

Kaçmamıştı. Bir kişinin zor sığdığı o minicik hücreden nasıl çıkacak, o demir kapıları nasıl aşacaktı? Hücreleri bekleyen onca gardiyanı nasıl atlatacaktı?

Bırak kaçmayı, ayaklarının üstüne basacak hali dahi olmadığını bilmiyordum ki...

Çok zor değildi ya anlamak, kabullenemiyor, inkar ediyor insan. Aklımın sınırlarını zorlayan, kulaklarımı tırmalayan bu cümle beni sağır ediyor.

Gözaltında kaybolmak...

Ölmek değil, öldürülmek!

Sonuna dek yaşamayı, yaşatmayı savunmuş gencecik bir insanın canını almak... Ne kadar da kalleşçe!..

Bir sancı saplandı kasıklarıma. Loş oda daha bir karanlık oldu. Bir rüya görmüşüm. Yeşil gözlü bir oğlum olmuş, Ulaş diye ünlemişim onu...

Ve sonsuza dek mutlu yaşamışız...

SEPYAWhere stories live. Discover now