BÖLÜM - 40

23 1 0
                                    

EKİN ANLATIYOR:

Güneşin bulutları yararak iyice kendini gösterdiği yazın ilk günlerinde artık evde, sokakta, kahvede sadece siyaset konuşulur olmuştu. O kadar ki biz çocuklar bile hatırı sayılır düzeyde hakimdik gündeme. Belli isimleri biz de tanıyorduk, o garip uzun kelimelere hala dilimiz dönmese de anlamlarını çıkarabilir olmuştuk.

"Haydaa, Demirel kabineyi yine eski bakanlardan kurmuş."

"CHP 'ye ne diyorsunuz asıl? Parti bölündü bölünecek..."

"Kadir, bizim İstanbul Üniversitesi yine süresiz olarak kapatıldı. Okulu görsen, polis kordonu altında her taraf... Eskiden bu kadar sert değillerdi."

"Ankara Üniversitesi yine karışmış! Bazı fakülteler kapatılmış."

"Solcular sağcı öğrencileri okula sokmuyorlarmış, aferin!"

"Oyun bunlar oyun, Amerika'nın oyunu hepsi. Kardeşi kardeşe düşürüyorlar."

"Duydunuz mu beyler, polis Siyasal Bilgiler Fakültesi Yurdu'nu basmış! Nejat orada mıydı acep?"

"Anne, Zeynep Abla gelir mi belki bize? Okulu kapatıldı ya..."

"Sendikalar tasarısı Meclis tarafından kabul edildi..."

Öfkeyle kapattı radyoyu babam. Onu böyle sinirli gördüğüm pek nadirdi. Bu kanun tasarısına göre DİSK kapatılacak, Türkiye'de tek işçi konfederasyonu Türk-İş olacaktı. Aynı gün DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler Sendikalar Kanun Tasarısı'nın hukuka aykırı olduğunu açıklamıştı.

Birkaç gün sonra, 15 Haziran 1970 günü, bu tasarıyı protesto etmek amacıyla 115 iş yerinde 75,000 işçi işi bırakarak direnişe başlayacaktı. İstanbul'da işçiler dört ana koldan yürüyüşe geçmişlerdi. Bu, bu zamana dek yapılan öğrenci yürüyüşlerinden çok farklıydı. Bu, işçilerin isyanıydı.

Yürüyüşe yurdun dört bir yanından devrimci gençlik de destek vermişti. ODTÜ'lü öğrenciler işçi hareketlerini desteklemek amacıyla iki günlük boykot kararı almışlardı. Ulaş Abi gibi bazıları da atladığı gibi İstanbul'a gelmişlerdi.

15 Haziran günü mahallede bazı kadınlar ve çocuklar kalmışken ertesi gün mahalle bomboştu. Babam ve annem aynı kortejdeydiler. Ulaş Abi annemin itirazlarına rağmen tüm sorumluluğu üstlenerek beni de kendi yürüyüş koluna katmıştı. Ben hayatımda öyle bir kalabalık görmemiştim! Ne çok insan yaşıyormuş bu şehirde! O sloganları nasıl da bir ağızdan atıyorlardı!.. Hala sesleri kulaklarımdadır:

"İşçiyiz, güçlüyüz!"

"Yaşasın işçi sınıfı!"

"Gücümüz birliğimizden gelir!"

Birçok sloganı anlayamasam da tek bir ağızdan çıkarcasına uyumlu o koca sesler atmosfere kendimi kaptırmam için yeterliydi. Ben, Ulaş Abi'nin omuzlarındaydım. Yukarıdan bakmama rağmen insan selinin başlangıç noktasını göremiyordum. Ulaş Abi'nin kolum ağrısa bile hep en yukarıda tutmamı öğütlediği pankartın sopasını sımsıkı tutuyordum avucumda.

"Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok." yazıyordu o pankartta.

Birden sloganlar değişti.

"İşçi-asker el ele, işçi-asker el ele!"

Bir dalgalanma oldu kalabalıkta. Galata Köprüsü üzerindeydik. Karşımızda artık polis değil, askerler vardı. Kocaman tanklarıyla tam da önümüzde duruyorlardı. İşçiler tankların üzerine tırmanarak barikatı geçtiler. Ulaş Abi beni resmen tankın öte yanındaki arkadaşına fırlatmıştı. Barikat sorunsuz bir şekilde geçilerek yürüyüşe devam edildi. Askerler hiçbir şey yapamadan öylece bakakalmışlardı.

Her şey çok büyüleyici de olsa feci şekilde çişim gelmişti. Ayrıca da yorulmuştum. Kolum da ağrıyordu. Kısacası, sızlanmaya başlamıştım. Nasıl yakınmış olmalıyım ki Ulaş Abi yürüyüşü yarıda keserek beni eve götürdü.

Eve gider gitmez benden kağıt ve kalem istedi. Çizgili defterimden bir sayfa yırtarak verdim. Bir tane daha istedi. Ardından bir tane daha... Hararetli hararetli bir şeyler yazarken kendisine iki kere seslenmeme rağmen beni duymadı. Yazdıklarını bitirince kağıtları minicik katlayarak pantolonunun cebine koydu.

Hava kararmaya başlamıştı fakat bizimkiler hala ortada yoktu.

"Acıktın mı? Yemeği beklerken bir şeyler atıştırsak mı?" diye sordu Ulaş Abi.

Ekmeğimizden henüz ilk lokmayı almıştık ki camdan annemin geldiğini gördüm. Yalnızdı. Hemen koşup kapıyı açtım. Annemin saçları epeyce dağılmış, üstü kirlenmişti. Kollarında çizikler vardı. Babamsa tutuklanarak Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanacak olan yüzlerce kişiden sadece biri olacaktı.

Bu olayların hemen ardından İstanbul ve Kocaeli'de 1 ay süre ile sıkıyönetim ilan edilerek gece sokağa çıkma yasağı konuldu.

Yine de 15-16 Haziran Direnişi bir başlangıç, bir umut, öğrencilerden halka dalga dalga yayılan bir uyanıştı.

SEPYAWhere stories live. Discover now