BÖLÜM - 59

30 2 0
                                    

ZEYNEP ANLATIYOR:

O gece hava ayrı bir karanlıktı. Her şey simsiyah, şu geceden daha siyah... Bu gece bitecek, güneş doğacak; peki ya bu zifiri karanlık? Ne zaman bitecek? Bitecek mi? Ulaş bir yerde, Kaya... Uzaklarda Kaya. Dolmak için ısrarlı gözlerim biber gibi yanıyordu. Öyle çok ağlamıştım ki, hala akıtacak gözyaşım olmasına şaşırdım. Kaya yok, öldü. Ulaş kim bilir nerede, hangi şartlarda mücadele veriyor? Devrimci arkadaşlarım bu karanlığı aydınlatmaya çalışırken ben burada sıcacık evimde, yumuşacık yatağımda... Hiçbir güzelliği hak etmiyorum ben! Ama sen de beni bırakma Ulaş!

Hayır, Ulaş iyi, iyi olacak. Güzel şeyler olacak. Kaya'nın devrettiği bayrağı ben taşıyacağım. Karanlıklar bitecek! Şu an kimi sokaklarda, kimi hapishanelerde, kimi dağlarda, kimi yollarda, kimi ise saklandığı bir kuytuda... Gün gelecek bu onbinlerce ateş böceği bir araya gelerek zifiri karanlığı aydınlığa bulayacaklar.

Yine de neden bu umutsuzluk?

Kaya'nın ölüm haberinden sonraki günleri uyuşuk bir halde yaşamışım. 8 gün sürmüş bu böyle. Belgin bu iğnelerin zararlı olabileceğini düşünüyor, her seferinde "Bu son!" diyerek vuruyormuş iğneleri. Ne zaman ki ilacın etkisi geçiyor, ben yine ağlama nöbetleriyle uyanıyorum, o zaman bir iğne daha yapıyormuş Belgin.

Değil dört duvar arasına, evrene sığmıyordu acım. İlk günkü gibi değildi, onlarca acı yaşanırken Kaya için acı çekmekten utanarak yanıyordu yüreğim. Dışarıdan sağlıklı ve sakin görünsem de henüz toparlanamamıştım.

Söz vermiştim Kaya'ya, ona bir şey olsa dahi yaşamaya devam edecektim. Sözümü tutacaktım, sadece zamana ihtiyacım vardı biraz daha... Kaya'nın bayrağını devralacaktım ama Kaya herhangi bir yoldaş değildi. Sevgilimdi, sevdiğimdi. Geceler boyu sıcaklığıyla yattığım, tenini, kokusunu bildiğim, ela gözlerinin her haresini tanıdığım, bir bakışı, bir sözü için dünyaları yakacağım, görülmez bağlarla ruhumu ve bedenimi teslim ederek bütünleştiğimdi. Kaya'ydı o, benim Kayam... Yoldaş Kaya'nın ölümünü kabullenmiştim de sevgilim Kaya'yı... Özlüyordum.

Ağlamamak için sıktığım çenemin ağrıdığını fark ettim. Daha fazla duramadım onun tarafını hala boş bıraktığım yatakta. Kalktım. Mutfağa geçtim, susamadığım halde iki bardak su içtim.

Merdivenlerden ayak sesi mi geliyordu? Sanki birileri yukarı çıkıyordu. Bu saatte üstelik... Ayak sesleri yaklaşıp bizim kapıda durmuştu sanki. Sanrı mıydı bu? Değildi. Biri vardı kapıda.

Kaya?

Kaya mı?

Kapıya koşarken ne evdekileri uyandırma ne de kapıdakinin polis olabilme ihtimali gelmişti aklıma. Varsa yoksa Kaya... Ya yoksa Kaya? Ya gerçekten öldüyse?

Hızlıca açtım kapıyı sonuna dek. Henüz zili çalmadan açılan kapının şaşkınlığıyla kırık dökük gülümsüyordu Kaya karşımda.

Gülümsedim ben de. İşte gelmişti Kaya. İçten içe hep inanmıştım onun ölmediğine. Ölmemişti, tam karşımdaydı. İçeri girmeye yeltenmemişti, öylece bakışıyorduk kapıda. Konuşamadım. Kaç ay olmuştu? Saçları, sakalları çok uzamış. Tanınmamak için olmalı. TKP'liler tanınmamak için takma bıyıkla gezerlermiş zamanında, Kaya da yüzünü bu sakalların ardına gizliyor demek. Ben tanıdım seni ama, sen ta apartman kapısındayken hem de... Hissettim seni bak... Ben hep biliyordum senin ölmediğini. Ölmezsin ki sen, beni bırakıp gitmezsin...

İçeriden önce ayak sesleri, ardından uykulu sesi geldi Sevim'in. Bana sesleniyordu. Gözleri yarı açık, terliklerini sürüyerek geldi kapıya. Gözlüksüz ne kadar da başka biri...

SEPYAWhere stories live. Discover now