BÖLÜM - 29

25 4 0
                                    

EKİN ANLATIYOR:

En cici halimle sordum: "Bisikletle gezebilir miyim anneciğim?"

"Hayır dedim ya Ekin. Önce elindeki o kitap bitecek!"

Babam karne hediyem olan bisikleti ancak yaz sonunda alabilmişti. Belli ki onu da sağa sola borçlanarak... Ne yazık ki bisiklete binmek henüz nasip olmamıştı. Gündüzleri okul vardı, akşamları ise ödevler... Ödevlerimi bitirdiğimde hava kararmış oluyordu. Bir süre sonra da ben vazgeçmiştim izin almaya çalışmaktan. Soru sorulmaz olmuştu annemle babama. Çok öfkeliydiler, beni tersliyorlardı. Sadece beni mi, birbirlerini de tersliyorlardı. Bu öfkenin sebebiyse 12 Ekim'de yapılan 1969 Genel Seçimleri'ydi. Bizimkilerin oy verdiği, 1965 seçimlerinde 15 milletvekiliyle meclise giren TİP bu seçimlerde sadece 2 milletvekili çıkarabilmişti. Adalet Partisi 256 milletvekili çıkararak 1969 seçimlerinin en çok oy toplayan partisi olmuştu. Demirel yeniden başbakandı.

Elbette ki ben bunların ne anlama geldiğini bilmiyordum. Benim için önemli olan annemle babamın mutlu olmasıydı. Onlar bu denli keyifsiz olduklarına göre yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.

Neyse ki babam çabuk toparlandı da evimiz eski neşesine kavuştu yeniden.

Artık ikinci sınıfa gidiyorduk. Suna da sınıfını geçmişti. Doğrusu, onun sınıfını geçmesi ikimiz için de büyük sürprizdi. Amcam ve yengem onunla hiç ilgilenmiyorlardı. Suna ders çalışmayı sevmiyordu, o yüzden bir türlü okumayı sökemiyordu. Çalışmaya öyle isteksizdi ki okumayı söktüğü takdirde matematikten hiç anlamamasına rağmen öğretmen ona sınıfı geçireceğine dair bir söz vermişti. Biz Türkçe kitabından kısa öyküler okurken Suna hala fişlerle boğuşuyordu. Neyse ki biraz da benim yardımımla Nisan ayında sökmüştü okumayı. Öğretmen de söz verdiği gibi sınıfı geçirmişti. Sınıfını geçemeseydi yengem kıyametleri koparırdı, iyi ki geçmişti!

Yine başlamıştı yağmurlar. Bir saat boyunca çamurlu yollarda yürürdük, sadece ayakkabılarımız ve taytımız ya da pantolonumuz değil, önlüğümüzün eteği bile çamur olurdu. Ben önlüğün altına tayt giyiyordum, Suna ise pantolon. Okuldaki bazı memur kızlarının önlüklerinin altına giydikleri renkli çoraplar bizim dolaplarımıza hiç uğramamıştı. Annem söz vermişti; bana ve Suna'ya kırmızı renkli yün çoraplar örecekti. O kızlarınki kadar güzel olmasa da örgü çorap pantolondan iyiydi. Üstelik kırmızıydı. Meryem Yenge Suna'nın çorap giymesine izin vermeyecek, Sunacık yine pantolonuna dönecekti. Ben iyice sökülene dek o kırmızı çorabı giyecektim.

Sabahları mahallenin tüm çocukları toplanır, okula beraber yürürdük. Aramızda büyük çocuklar da olduğu için annem endişelenmezdi. Bazı sabahlar, denk gelirse babam da bizimle gelirdi. Öyle sabahlarda ben babamı diğer çocuklarla paylaşamaz, çocuklar önden gitsin diye tuvaletteki işimi ya da kahvaltımı bilinçli bir şekilde uzun tutar, her seferinde babamla yalnız yürümeyi başarırdım. Elbette ki annem ve babam amacımı anlamışlardı. Babam benim oyunumu bozmaz, bazı günlerde kendisi de oyalanarak çocukların önden gitmesini sağlardı. Aramızda yazısız, sözsüz gizli bir anlaşma vardı.

O sabah da babamla gidecektik. Yine bir şekilde Suna dahil tüm çocukları atlatmayı başarmıştım. Fakat bu kez fazla oyalanmıştım, geç kalmıştık. Annem söylenmeye başlamıştı bile. Biz çıktıktan sonra sofrayı toplayacak, sonra o da fakülteye gidecekti. Sorun geç kalmamız değil, annemin kendi koyduğu kurallara fazlasıyla bağlı olmasıydı. Söylenmesi bundandı. O söylenip dururken babam fısıltıyla: "Kaç, kaç!" dedi bana. Böylece ikimiz kahkahalar eşliğinde evden fırlayarak annemin gazabından kaçtık. Babamla birlikteyken her şey çok eğlenceli olurdu. Ulaş Abi'yle olduğu gibi... Annem ve babam arasında elbette ayrım yapamazdım ama babamla vakit geçirmeyi daha çok severdim. Annem, babam, Ulaş Abim. Hayatta en çok sevdiğim üç insan...

SEPYAWhere stories live. Discover now