BÖLÜM - 44

19 2 0
                                    

KAYA ANLATIYOR:

Ulaş'ın da içinde bulunduğu birkaç arkadaş Anadolu'ya geçmişti, hem de bazıları dönmemek üzere... Onlar mücadeleye Anadolu'da devam edeceklerdi. Ben, Zeynep'in de içinde bulunduğu diğer grupla beraber onlardan birkaç gün sonra gidecektim.

Karadeniz'in çay, fındık ve tütün üreticilerinin tüm bir sene boyunca emek verdikleri mahsullerini hak ettikleri değere satabilmeleri için onların yanlarında duracak, mücadelelerine destek olacaktık. Bunun için yaz başından beri çeşitli bölgelerde birçok fındık mitingi düzenlenmişti.

İşte bu fındık mitinglerinin sanıyorum ki altıncısı 1 Temmuz 1970 günü Samsun'un Çarşamba ilçesinde yapılacaktı. Bu mitingde biz de görevlendirilmiştik. Buradan da Ordu'ya geçerek 8 Temmuz'daki diğer fındık mitingine katılacaktık. Aslında şu an stajda olmalıydık fakat bu miting işi çıkınca stajı yarıda bırakarak Ankara'ya dönmüştük. Köyde kalan arkadaşlar evleri onarma işi bittikten sonra köye bir de kütüphane kuracaklardı.

Çarşamba'daki miting rahat geçmişti. Aradaki zamanda halkı bilinçlendirmeye çalışıyorduk. Ben buna hiçbir zaman tek taraflı bakmamışımdır; bu sürede biz de onları yakından tanıma şansını yakalamıştık. Gençlerle konuşmak keyifliydi; çabuk kapıyor, mantıklı sorular soruyorlardı. Yaşlılar biraz daha inatçıydılar. Ne yazık ki birçoğunun katı önyargıları vardı, öncelikle bunu yıkmaya çalışmalıydık. Aslında zaman kısıtlı da olsa bunu büyük ölçüde başarmıştık. Onlara ürünlerinin gerçek değerlerine satılması hususunda yardımcı olmamız, evlerinde bizi ağırladıkları süre boyunca bizimle ilgili hiçbir şikayetlerinin olmaması, dertlerini dinlememiz ve sorunlarına çözüm üretmeye çalışmamız, çocuklarının dersleriyle ilgilenmemiz, onların da hayalini kurdukları ama adını koyamadıkları dünya için mücadele ediyor olmamız önyargıları epeyce azaltıyordu. Kızlar da köy kadınlarıyla akşamları oturur, onlara belki de hiç bilmedikleri, 'dışarıdaki' yaşamdan bahsederlerdi. Zeynep'in arası çocuklarla da çok iyiydi. O, çocukları sevmediğini her fırsatta dile getirse de çocukların ona bayıldıkları bir gerçekti.

Biz Ulaş'la aynı ailenin konuğuyduk, Zeynep'se hemen yan evde, dört kızı olan bir ailenin misafiriydi.

Gece bastırıp da köy halkı evlerine çekilince Ulaş'la uzun yürüyüşlere çıkıp Karadeniz'in o mis gibi serin havasını doldururdum ciğerlerime. Köpek ulumaları ve ağaçların hışırtısından başka hiçbir sesin olmadığı ıssızlık beni cezbederdi. O gece Ulaş çıkmak istememişti.

"Zeynep'i çağırsana." dedi.

Bunu ben de çok isterdim ve Zeynep'in uyumadığını biliyordum ama kimseyi uyandırmadan nasıl çağıracaktım onu? Hem gecenin bu saatinde bir kızla bir erkeğin baş başa ıssız yerlere gitmesi hiç de hoş karşılanmazdı. İyi de kim görecek ki bu saatte? Zeynep'in tuvalete girmek için evden çıkmasını bekleyecektim. Kitabımı alarak sarı cılız ışığın aydınlatmaya çalıştığı divana uzandım. Sözde kitap okuyorum ama her tıkırtıda kafamı kaldırarak yan eve bakıyordum. Rüzgarın her esişinde ahşap evden sesler geliyordu. Biraz sonra kapı gıcırdadı. Gerçekten de dışarı çıkan kişi Zeynep'ti. Beni görünce gülümsedi:

"Seni bekliyordum." dedim.

"Beni mi bekliyordun? Nerden anladın uyku tutmadığını?"

"Hissettim sevgilimi... Hadi gel, yürüyüşe çıkalım."

"Bu saatte nereye?"

"Bilmem, şöyle gideriz işte. Hava mis gibi oluyor, biz her gece Ulaş'la çıkıp 2-3 kilometre yürürüz. Buradan ayrılmadan önce mutlaka sen de bunu yapmalısın."

SEPYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin