BÖLÜM - 17

32 3 0
                                    

ZEYNEP ANLATIYOR:

Ulaş gibi biz de yılbaşı kutlamalarına karşıydık, bunlar fazlasıyla Amerikanvari idi. Yine de vitrinleri süsleyen rengarenk çam ağaçları, kırmızı kıyafetiyle koca sakallı şişko Noel Babalar 31 Aralık gününün özelliğini vurgulamak istercesine her yerde karşımıza çıkar olmuşlar, bizi de alttan alttan havaya sokmuşlardı! En azından 1968'in son gününü birlikte geçirelim, yeni yıla beraber girelim istedik.

Buna en çok sevinen Belgin oldu nedense! Yaz tatili dönüşü, şu boyaya çıktığımız gün hani, Ulaş beni evden almaya geldiğinde kapıyı o açmıştı. Belgin'in Ulaş'ın karşısındaki o ağzı açık ayran budalası halini hatırladıkça kendi kendime gülüyordum. Bakarsın bu da aşık olurmuş Ulaş'a!

Eve geldiğimde Belgin yine mutfaktaydı. Hindi yapıyormuş. Sanki Noel kutluyoruz, özentiliğin daniskası! Salona girmemle hindiyi unutuverdim! Salon kapısının karşısındaki pencerenin önünde süslü mü süslü kocaman bir çam ağacı duruyordu, altında da rengarenk hediye paketleri. Salonun kocaman camının üzerine de yuvarlak yuvarlak pamuk parçacıklarıyla kar yağmıştı; tek tek yapıştırmış onları kız. Çam ağacının etrafına, yerlere de pamuklar serpmiş. Salonun pencere önü tam bir yeni yıl görüntüsüne bürünmüştü. O pamukları toplamak için kaç işçi günde kaç saat nasıl şartlar altında çalışıyor biliyor musun sen Belginciğim? Bilmiyordu, nerden bilsin. Nasıl bir dünyaydı orası? Bu yaz gördüklerimi ömrüm boyunca unutmayacaktım, unutmaya başladığımı hissettiğim an kendime hatırlatacaktım o yazı. Defnecik ne yapıyor acaba? Aslında Kaya'dan adres alıp arada mektup yazsam mı ona?

"Belgin bu salonun hali ne!" diye bağırdım.

"Çok güzel değil mi?" diye seslendi mutfaktaki cazırtılar arasından.

Güzeldi. Güzeldi de bize uymazdı. Tam 'Bunları kaldıralım.' diyecektim ki düşündüm; bugün onun günüydü! Bugün sadece onun için özeldi ve bizleri mutlu etmek için hazırlıklar yapmıştı. Bir şey demedim, sustum. Mutfağa giderek patates kızarttım onunla.

Kaya, Levent ve Sevim farklı yerlerden birbirine yakın zamanlarda geldiler. Kaya salonu görünce ters bir bakış attı bana, suratını asarak bir şey demeden oturdu sonra. Sanki benim suçumdu! Olsa olsa bir suç ortağıydım ben, cezam daha hafif olmalıydı. Levent salonla ilgili bir duygu kırıntısı bile sunmamıştı. Kimbilir, belki 1967 senesini ailesiyle aynen böyle bir ortamda uğurlamıştı. Ya tatlı ya da acı anılardı bunlar, yorumuna göre... Gerçi burjuvalar için bu ortam ne ki? Balolarla devirmişlerdir 67'yi de. Sevim salonu görünce bir çığlık attı, methiyeler düzdü. Abartıyordu! Yine de onun sayesinde biz Belgin'e yalanlar söylemek zorunda kalmamıştık, övgü kotası dolmuştu çünkü.

Ulaş "Akşam 10 gibi gelirim." demişti. Önce annesi ve dayısıyla yemek yiyecekmiş. İyice alışmıştı Selma Teyze Ulaş'ın misafirliklerine, arada gelip gitmesine; evdeki yokluğuna özetle.

Durum buydu.

Ulaş gelene kadar sohbet, muhabbet... Özel bir yemek sofrası kurulmamıştı, tüm yiyecekler masanın üstündeydi, isteyen tabağına alıp yiyordu. Akşam fena geçmiyordu ama Ulaş'ı bekliyordu aslında herkes. O olmadan eksiktik sanki.

Dediği saatte geldi Ulaş. O da salona her yeni giren gibi önce bir duraksadı, ardından şakayla karışık bir bozulma ile:

"Vur dedik, öldürmüşsünüz canım siz de!" dedi Belgin'le bana bakarak.

Nedense kendimi savunma ihtiyacı hissetmiştim: "Bana da sürpriz oldu. Belgin düzenlemiş her şeyi."

Bir yandan Belgin'i övüyor, onun emeklerini yüceltiyor görünürken diğer yandan da 'benim böyle işlerle ilgim olmaz' sinyalini veriyordum.

SEPYAWhere stories live. Discover now