-2- I

16.8K 979 163
                                    

Merhabalar!

Bölüm Şarkısı: The Hit House - Hunt You Down (Bloodborne Trailer Music)

Keyifli Okumalar!

-----

"İcabına bakın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"İcabına bakın. Kızıltan'a çelme takmaya çalışmanın bedeli neymiş, öğrensin!"

Cılız bir ışıklandırmanın aydınlattığı odanın tam ortasında, paslı bir sandalyede oturmakta olan baygın adama, suratına koca bir kova buzlu su yemeden önce son kez baktı genç adam. Muhtemelen daha sonrasında bakabilecek bir yüzü kalmayacaktı.

Arkasını döndü, her an yanıbaşında olan can dostuna baktı. Gitmek için hazır bir şekilde, kapının önünde onu bekliyordu. Kulaklarına mekânının duvarlarında gümbür gümbür yankılanan müziğin notaları doluyor, gecenin başlangıcını fısıldıyordu adamın puslu zihnine. Gitmeleri gerekiyordu, gitmeleri ve geceyi başlatmaları gerekiyordu. Bitmeyen gecelerini...

Onun gibi adamların, nereden geldiği ve nereye gittiği belli olmayan adamların, geceleri asla son bulmazdı. Böyle adamlar gecenin koynundan zemherinin ayazına düşer, zemheriden Araf'a uçarlardı. Başlangıçları belli olmadığı gibi, sonlarının da faili meçhuldü. Onun gibi adamların hayatlarına güneş doğmaz, geceleri sona kavuşmazdı. Onun gibi adamların teni yaz güneşiyle kavrulmaz, zemherinin ayazında buz tutardı. Onlar hep diri kalır, aynı zamanda ölümle yaşarlardı. Onun gibi adamlar... Onun gibi adamlar gündüzlere düşman, gecelere efendi olurlardı. Yâd edecek günleri olmadığı gibi, yâd edilecek bir isimleri de olmazdı ölümlerinin ardından. Onlar yâdına hatıralar gizleyebilecek kadar kalabalık olmaz, olamazlardı. Kimliksiz doğar, geçmişlerinden bir haber büyür ve meçhule ölürlerdi. Ölümden gelir, ölüme giderlerdi. Ah onun gibi adamlar... Tehlike kokan, zehir saçan, karanlıkla yoldaş olanlar...

Peki, o? O kim miydi? Kütüğünde İstanbul yazan fakat doğrusundan bir haber olandı. Gözlerini bilinmeyene açan ve yine bilinmeyene yumacağı günü sessizce bekleyendi. Bacak kadar boyuyla ıssız sokakların kaldırımlarına sinen, karanlığı göbek adı bilen ancak çevresinde başka bilinendi. O, Mızrap... Mızrap Kızıltan'dı. İsmiyle doğamadığı gibi ismiyle de ölemeyecekti. Kökünü, atalarını ve soyunu bilmeden yaşayan, kimliği belirsiz olandı. Belki Ahmet olarak doğmuştu, belki Mehmet... Ama şimdi onu Mızrap biliyorlardı. Mızrap Kızıltan... Uçurum diyorlardı ona, uçurumun dibinde doğduğunu, uçurum kıyısında bir cambaz misali yürüdüğünü bilmeden. Mızrap diyorlardı... Gecelere efendi, şeytana elçi...

Küflü duvarlardan, paslı kapılardan kaçarcasına adımladı yürüdükleri yolu. Canı bildiği dostu, Ali hemen bir adım ötesinden takip ediyordu onu. Ciğerleri temiz havayla buluştuğunda kesti adımlarını, başını en az kendisi kadar siyah göğe çevirdi Mızrap.

Yıldızlar vardı bir yerlerde, gözle görülmeyecek kadar uzaklarda. Beton şehrin, doğadan örülmüş surlarından görülebilecek kadar uzaklarda. Ve Mızrap'ın oraya gitmeye ihtiyacı vardı. Doğaya kavuşmaya, gerçek bir nefes solumaya ihtiyacı vardı.

UÇURUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin