4, reconciliation

6.9K 684 234
                                    

Dün gece odama gelir gelmez yatağa girmiş ve düşüncelerle boğuşmuştum. Abartıp abartmadığımı, haksızlık edip etmediğimi, saygısız davranıp davranmadığıma kadar her şeyi düşünmüştüm. Fakat hayır, haklıydım.

Hayatım zorla bir adama bağlı hale getirilmişti ve bunda benim hiçbir söz hakkım olmamıştı. Eğer bana sorsalardı cevabım belliydi, hayır diyecektim. Nasıl evet diyebilirdim ki? Nasıl göz göre göre hayatımı işkenceye çevirip nasıl tanımadığım bir adamla evlenebilirdim? Küçük yaştan itibaren iki kimliğim olmuştu: Conall Prensesi Roséanne ve Prens Jungkook'un nişanlısı Roséanne.

Hayatımı mahvettikleri apaçık ortada değil miydi? Üstelik bu tek taraflı bir işkenceydi. Jeon Jungkook o kadar rahattı ki, o kadar sorumsuzca konuşuyordu ki sinirlenmemek elde değildi.

Geleceğim için endişeleniyordum çünkü evlilikten bu kadar basitçe bahseden bir adamla evlenmek istemiyordum. Evlilik ya da ne bileyim diğer adı konulan birkaç ıvır zıvır, bunlar aşık olan iki insanın paylaşım duyduğu şeylerdi. Birbirini tanımayan iki insanın paylaşabileceği bir şeyler değildi. Tabii zamanla birbirimizi tanıyacaktık fakat zamanla. Biz prens ve prenseslerdik. Bizden varis isteyeceklerdi, adet günlerime kadar her şey kontrol altında takip edilecekti... Bunlar olacaktı fakat biz hâlâ zamanla birbirimizi tanımaya çalışıyor olacaktık...

Belki de gereksiz endişeli bir insandım, bilmiyordum fakat şöyle de bir gerçek vardı ki Senga yaklaşık üç yüz yıllık, Conall da dört yüz yıllık birer krallıktı ve büyükbabam Dördüncü James'e kadar ülkeler birbirleriyle savaş hâlindelerdi. Jungkook ve benimle sağlanacak olan bu evlilik, ilk defa kraliyete ait soylularla meydana gelecekti. Çocuklarımızın soyu Senga ve Conall'a ait olacaktı.

Eğer halka bakarsak elbette Sengalılar ve Conallılar birbirleriyle evleniyorlardı fakat kraliyetten birileriyle ilk defa yeni bir soy oluşturulacaktı. Ve bu benim endişelenmem için gayet iyi bir nedendi.

Bana tahsil edilen odanın içinde küçük bir yatak odası daha vardı ve orada kızlar yatıyordu.

Yattığım yatağın hafifçe çökmesiyle yanıma Anna, Lizzie ve Mary'nin geldiğini anladım.

"Anlat bize, Rosie. Endişen akşamdan beri seni yiyip bitiriyor." diyen Mary ile içimdeki her kelimeyi kusana kadar anlattım. Lizzie ve Anna sıkça saçımı okşamış ve bana destek olmaya çalışmışlardı.

"Ah, Düşes Catherine aklınızı bayağı karıştırmış olmalı... Açıkçası bazen haklı, bazen de haksız duruma düşmüşsünüz." dedi Mary, konuşmamı hiç kesmemiş ben bitirene kadar kaşları çatılı çatılı düşünmüştü. "Söyle bana Mary, hatalarımı görmem ve düzeltmem gerekiyor." dedim sarı geceliğin uçlarıyla oynarken.

Ben bacaklarımı karnıma kadar çekmiş yatakta otururken Mary sağ yanımda, Lizzie ve Anna da sol yanımdalardı.

"Haklı olduğunuz şey yaşadıklarınız, efendim. Sizi zorla bir Sengalı yapmaya çalışmaları. Haksız olduğunuz kısım ise daha Prens Jungkook'u tanımıyorsunuz ve onun da sizin kadar bu evlilikten korkmuş olduğunu görebiliyorum... O da gergin ve o gerginlikle birkaç şey söylemiş olabilir. Kesin bir yargıya varmamalı ve yanlış anlaşılmalara yer vermemek için öylece çekip gitmemelisiniz. Onu dinleyin ve yanlış anladığınız kelimeleri ona sorun."

"Pekâlâ, öyle yapacağım... Umarım dediğin gibidir, Mary. Öyle olmasa bile ben bir şeyleri düzeltmek için uğraşmış olacağım ve aptal vicdanım da sızlamayacak." dediğimde o da beni kafasıyla onayladı ve kollarını bedenimin etrafına çevreledi.

"Teşekkürler, kızlar. İyi ki hep benimlesiniz."

*

Sabah kahvaltısını yol yüzünden midemin bulandığı bahanesiyle geçiştirmiştim. Asıl konu tamamen Jungkook'u görmekten kaçıyor oluşumdu. Tanrı aşkına karşısına geçip ne diyecektim ki? Tam bir delilikti!

a queen and her tearsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin