8, don't know what to do

5.2K 577 229
                                    

Üzerimdeki uzun beyaz elbise, yeni bir hayatın, yeni başlangıçların işaretiydi. Elbisenin arkasındaki ipleri sıkarak üzerime oturmasını sağlayan Mary, sabahtan beri ağlıyordu. Çevremdeki herkes bir hareketlilik, bir telaş içerisindeyken ben ruhum çekilmiş gibi hissediyordum.

Önceleri tanımadığım yalnızca ismini bildiğim ve sekiz yaşındaki portresini zihnime kazındığım Jeon Jungkook için heyecanlı, tereddütlerle doluydum. Onca yıllık acılarımı, sancılarımı bile geride bırakmayı göze almıştım ben bu yola çıkarken. Fakat görüyordum ki, bir şeyler yalnızca sizin çabanızla olmuyordu. Karşınızdaki sizin dünyanızdan ayrı bir boyuttaydı, ayrı bir kadınla gelecek düşünüyordu.

Şimdiden tarihin tozlu sayfalarında adımın yanına yazılacak olan o kara lekeyi hissedebiliyordum: Roséanne Ophelia Slaven, Tamnais Slaven'in kızı. Senga ve Conall İmparatorluklarını birleştirmek adına Senga Prensi Jeon Jungkook ile evlendi. Fakat ne yazık ki, Prenses Roséanne bu şöhrete ve sevgiye rağmen mutlu bir yaşam süremedi.

Neden sürememişti? Çünkü kralın bir metresi vardı. Rosie'nin saygınlığı tuzla buz olmuştu.

Bu düşünceler, birkaç gündür süren melankolik duygularımı daha da darmaduman etti. Ben bir prensestim, yeri geldiğinde kraliçe olabilecek bir prenses olarak yetiştirilmiştim. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabiliyordum fakat bu durum... Bu durum tamamıyla belirsizliklerle doluydu.

Jisoo, saçıma takılacak olan tacı incelerken "Conall'da evlilik kıyafetleri gerçekten böyle mi oluyor?" diye sordu. Onlar düğün gibi özel günlerde farklı bir hanbok giyiyorlardı ve benim onların kültürüne göre daha açık ve daha Batı tarzı olan kıyafetlerimin yabancı olması yadsınamazdı.

Giydiğim elbise, kolları uzundu. Omuz kısımları kalkıktı. Sırt kısmında kuyruk sokumuma kadar inen ipler vardı. Eteği ise hafif kabarıktı. Tacım ise bizzat annem tarafından tasarlattırılmıştı. Beyaz incilerle bezenmişti.

"Evet," diye yanıt verdim. Jisoo, yüzüme bir bakış atıp etrafta koşuşturan nedimelere baktı ve "Bir dakika bizi yalnız bırakır mısınız?" diye sordu. İşlerini yarım bırakan nedimeler, hızlıca odayı terk ettiğinde ben birkaç gündür karşılaşmayı beklediğim sorgunun geleceğini anlamıştım.

Jisoo, son nedimenin de odadan çıkması ile ahşap masanın etrafında dolaştı ve hızlıca yanıma geldi.

"Rosie, neyin var?" diye sordu. Öfkemi, mutluluğumu asla gizleyebilen bir insan olmamıştım fakat bir kraliçe olarak yetiştirildiğimden midir nedir asla üzgün, kırgın yanımı göstermekten hoşlanmazdım. Duygularımı bir maskenin ardına saklardım. Bir tek Mary'nin omzunda ağlardım mesela. Annem bile benim çok nadir ağladığımı görmüştü.

"Bir şeyim yok," dediğimde sesim titremişti. Bundan nefret etmiştim fakat fazla doluydum. Hayata, yaşadıklarıma kırgın ve öfkeliydim. Ben sadece ülkesini, halkını savaş gibi bir zulümden kurtarmaya çalışan bir prensestim velâkin insanlar benim duygularımın olabileceğini asla anlayamıyordu.

"Gece için mi gerginsin?" diye sordu Jisoo. Hafifçe yutkundum. Bir de bu vardı tabii. Nasıl unutmuştum ki? Aptal Senga bana gülen yüzünü ne zaman gösterecekti?

Senga'ya ait bir gelenek vardı. Kraliyet ailesinden gelen bireyler, gerdek gecesi için farklı bir ritüele tabii tutulurdu. Bunun için sarayda bir oda vardı. Bu odanın bir kısmı camdandı ve bu camın arkasından kral, kraliçe ve birkaç kişi olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini izlerlerdi.* Tabii bu sıra evlenen kişiler bu geleneğe uygun olarak uzun kıyafetler giyer, mahrem yerlerini saklarlardı.

Jisoo'ya tereddütle baktığımda Jisoo, bana merhametle baktı ve ellerimden tutarak arkamızdaki yatağa oturmamızı sağladı. "Bak," dedi Jisoo bir anne şefkatiyle. "Aynı yollardan ben de geçtim, tamam o an çok utandım... Hatta fazlasıyla utandım fakat o an Seok Jin, bana tek bir şey söyledi ve bu benim için yeterli oldu: 'Aptal geleneği düşünme, sadece bana ve bize odaklan.'"

Jisoo yanakları kızararak sırf beni rahatlatmak için mahremini ortaya döktüğünde hızlıca onu kollarımın arasına aldım. "Teşekkür ederim ama bizim böyle bir diyalog içerisinde bulunacağımızı düşünmüyorum."

Jisoo kollarımdan sıyrıldı ve bana baktı. "O niyeymiş?"

Bir anda gözlerimden yaşlar boşaldığında "Biliyorum," dedim. Jisoo şok içerisinde bana baktı. "Kız kardeşin ve onun arasında olanları biliyorum."

Jisoo, ne yapacağını bilemez hâlde bana baktı. Artan göz yaşlarım nedensizce durmuyorlar, aktıkça akıyorlardı.

"Ah Rosie," diye fısıldadı Jisoo bu sefer o beni kolları altına alırken. "Gel buraya."

O, saçlarımı okşayıp beni teselli ederken ben kuzenim Catherine'in ne kadar haklı olduğunu düşünüyordum.

Söylesene Catherine Jennie Slaven, sen gerçekten kaderimi mi okudun?

İç dünyam karman çormandı. Jennie'i dinleyip Jungkook'a aynı acıyı mı tattırmalıydım yoksa sineme çekilip kaderimi mi kabullenmeliydim?

Catherine Jennie Slaven,
Ben gerçekten ne yapacağımı bilemiyorum.

*Reign, The Tudors gibi dizileri izleyenler bilirler arkadaşlar, böyle bir gelenek gerçekten var. Özellikle Fransa'da 1500'lülerde yaygın bir uygulamadır.

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now