27, fortune teller

5.8K 632 415
                                    

[sezon finali]

Sallanan at arabası yüzünden midem oldukça bulanıyordu. Başımı oturduğumuz koltuğun arkasına doğru yaslamış oturuyordum. Üzerimdeki ince pelerinin başlığını kafama çekmiştim. Başlığı büyük olan pelerin gözlerimi kapattığından Jungkook'a uyumuş süsü vermeye çalışıyordum. Bu pazara gideceğim diye direttiğim için isyan etme şansım da kalmamıştı çünkü arabaya bindiğimiz ilk vakit mızırdandığımda Jungkook bana öyle bir bakmıştı ki ağzımı açıp gık diyesim bile gelmiyordu.

Diğer arabadaki Jennie'nin Jimin ve Haru ile olan iletişimini de kestiremiyordum. Jimin ve onun arasında bir şeyler olacakmış gibime geliyordu. Dediğim gibi, içgüdüleri sağlam biriydim.

"Miden bulanıyor, değil mi?" diye dişlerinin arasından bir yılan gibi tıslayan Jungkook ile derin bir nefes vermemek için kendimi zor tuttum. Yüzündeki o ben sana demiştim ifadesini görmemek için yüzüme neredeyse pelerinin kapüşonunu geçirmiştim fakat hayır, inatçının tekiydi. Bir kere dediği olmadı mı diretip duruyordu. Aynı ben.

"Yoo," diye mırıldansam da ses tonumdaki solgunluk kendini ele verdi. Jungkook'un derin bir nefes verdiğini hissettikten hemen sonra soğuk parmakları çeneme değdi ve hemen ardından kapüşonu yüzümden çekti. Gelen temasla birlikte gözlerimi açtığımda zaten dar olan at arabasının içerisinde üzerime doğru eğilmiş olan bedeni şimdi bir nefeslik uzağımdaydı.

"Su vuralım yüzüne." dedi ve önüme gelen saçlarımı ittirdikten sonra oturduğu ahşaptan yapılma koltuğun altındaki gözü açarak oradan cam bir sürahi çıkardı. Sürahinin tıpasını sertçe çekip açtıktan sonra eline bir miktar döktü ve yanıma gelerek soğuk suyu yüzüme sürmeye başladı.

Dokunuşuyla titredim fakat o bunu suyun soğukluğundan zannetti. "Su o kadar soğuk mu?" Başımı iki yana sallayarak onu reddettim. Aldığı cevapla birlikte suyu son kez alnıma sürdü ve sürahinin tıpasını tekrar takarak onu eski yerine yolladı.

Suyun soğukluğuyla biraz daha ayılmış gibiydim. "İyi geldi değil mi?"

"Evet," diye fısıldadım ve pelerinin kumaşıyla yüzümdeki fazla suyu aldım. "İyi geldi."

Beni kafasıyla onayladı ve arkasına yaslanarak küçük aralıktan görebildiği kadar yolu izledi. Bir ormandan geçiyorduk.

O, yolu izlerken "Ne kadar yolumuz kaldı?" diye sordum.

Bir kolu göğsüne sarılıyken diğer kolunun dirseğini eline dayadı ve yüzünü sıvazlayarak "Tahmini bir saatimiz vardır." dedi.

Kafamla onu onayladıktan sonra yolu izlemeye başladım. Midemdeki o baskıyı düşünmemem gerekiyordu.

Bir süre daha dışarıdaki yeşilliği izlerken ne zaman gözlerimin kapanıp beni düşler âlemine çektiğini anlamadım...

Karanlık bir yerdeydim. Etrafta siyah tablolar vardı. Tabloda insanlar vardı fakat yüzleri gözükmüyordu. Yüzlerinde kan vardı. Kırmızı sıvı, tablonun altın sarısı kenarlıklarını kaplarken bununla yetinmemiş içerisindeki anıyı da beraberinde ölüme sürüklemişti.

İlerlediğim koridor tanıdıktı fakat nereden tanıdık geldiğini anımsayamıyordum. İlerlemeye başladığımda her tablonun kanla kaplanmış olması beni ürkütüyordu. Tüylerimin şimdiden diken diken olduğunu hissetmiştim.

Tablolar geride kaldığında karşıma küçük bir ayna çıktı. Gri duvara asılı küçük ve yuvarlak bir aynaydı bu. Aynada gördüğüm yansıma beni duraksattı. Neden yemin töreni kıyafeti giyiyordum? Kafamdaki altın büyük taç, annemin tacına çok benziyordu. Üzerimde tacın rengine uyumlu altın sarısı bir elbise vardı. Bakışlarım gerdanımdaki boşluğa düştüğünde anlam veremedim. Neden annemin kraliçe kolyesini takıyordum? Tüm bunlar neydi?

a queen and her tearsDove le storie prendono vita. Scoprilo ora