9, wedding

5.6K 580 202
                                    

Kapalı duran kapılara baktım. Birkaç saniye sonra açılacak olan o kapılar, bana yeni bir hayatı vereceklerdi. Ellerim tuttuğum çiçeğe göz gezdiren birinin fark edebileceği bir boyutta titriyorlardı.

Yeniden yapılan makyajım yüzünden bir süre daha geciktirilen düğün için herkes artık daha sabırsızdı. Dudaklarımda ezilmiş kırmızı gülün boyası vardı. Hemen arkamda kollarında çiçek sepeti olan Mary, Anna ve Lizzie vardı. Jisoo, yaklaşık on beş dakika önce tören için bahçeye inmişti.

Sarayın arka kısmındaki kilisenin önündeki bahçe düzenlenmişti. Odun parçaları türlü çiçekler ile bezenmiş, bahçe güzel bir biçimde dizayn edilmişti. Herkes en iyisi için çabalıyordu ve ben bunun için çok minettardım.

Uzun kızıl saçlarım güzelce serbest bırakılmıştı. İncilerle bezeli tacım, küçük aynadan gördüğüm kadarıyla oldukça şık olmuştu.

Örtülmüş olan duvağın altından koluma girmiş olan Elçi Malcolm'a bir bakış attığımda oldukça rahat olduğunu gördüm.

Elçi, kapıyı açmaları için uşaklara işaret verdiğinde kapı yavaşça açıldı. Yaklaşık sekiz büyük basamaktan oluşan taş merdiveni inmemiz, çiçeklerle donatılmış yolu aşmamız ve kilise önünde bekleyen Prens'e erişmem gerekiyordu. Fakat ben hazır değildim. Şimdi, eteklerimi toplayıp buradan kaçmamak için zor duruyordum.

Derin bir nefes verdiğimde elçiyle birlikte yürümeye başladık. "Sakin olun, Prenses Roséanne." dedi elçi Malcolm. Ona hava hoştu tabii!

Titreyen bacaklarımla merdivenleri indiğimde neyse ki eteğime takılıp düşmemiştim.

Tanrı'ya dua ede ede uzun yolda yürümeye başladığımızda kulağımda insanların gürültüsü şakıyordu. Halk, dört bir yandan benim ve Jungkook'un adını haykırıyordu.

Duvaktan çok net göremesem de yaklaşmıştık. Çok az kalmıştı.

Gerginlikle çiçeği tutan parmaklarımı sıkılaştırdım. Birkaç adım sonra Elçi Malcolm kolumdan çıkmak için hamle yaptı.

"Prens Jungkook, size gelininiz Roséanne Ophelia Slaven'i takdim ediyorum." deyip eliyle beni Jungkook'a tabiri caizse ittirdiğinde Jungkook'un gerginlikle nefes verdiğini işittim.

"Prensese gözüm gibi bakacağımdan şüpheniz olmasın." deyip zorlama birkaç cümle kurdu ve elçinin az önce çıktığı koluma girmek için kolunu öne doğru bükerek uzattı.

Çiçeği tek elime alıp Jungkook'un uzattığı koluna girdim. Elçi arkamızda kalıp kalabalığın arasına giriştiğinde Jungkook ile yavaşça yürümeye başladık.

Birkaç saniye sonra, "Bir sorun mu var?" diye sordu. Evet, birden fazla sorun var ve hepsinin nedeni sensin, demek istedim fakat Jisoo ile konuştuğum o dakikaların hatrına "Hayır, yok." diye soğukça cevapladım onu.

Jungkook'un bakışlarını üzerimde hissettiğim sırada, "Son birkaç gündür çok durgunsun." dedi. "Ve bunun benimle ilgili bir sıkıntı olduğunu düşünmeden edemiyorum."

Doğru düşünüyorsun, her şeyin sorumlusu sensin diye haykırmak istediğim esnada kilisenin içine girmemiz kurtarıcım oldu. Dışarıda halk tarafından karşılandığımızdan kilisenin içi tamamıyla soylu kesimden oluşuyordu.

Biz içeriye girdiğimizde herkes ayağa kalktı ve bize doğru baktılar. Gerginlikle ilerlemeye başladığımızda kalbimin göğüs kafesimi delip dışarı çıkmasından korkmadım değil.

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now