22, there is someone behind you

5.4K 659 243
                                    

Nisan ayı, mart ayının aksine güzel geçmişti. Havalar ısınmaya başlamıştı ve ben çok üşüyen bir insan olarak bundan oldukça memnundum. Buraya geleli üç buçuk ay kadar oluyordu ve ben her geçen gün olgunlaştığımı, değiştiğimi an be an hissediyordum. Şayet hissetmeseydim, eğer eski öfkemi içimde tutsaydım karşımdaki sandalyede sırıtarak oturan So-Yeun'un boynunu kırmamak için böyle direnmezdim.

Ben de ona samimiyetsizce gülümsedikten sonra gözlerimi devirerek bakışlarımı ondan çektim. Güzel bir öğleden sonraydı. Jisoo ile bahçeye kurdurduğumuz bir masada oturuyor ve ellerimizdeki çayı yudumluyorduk. Ben, Leydi Mina'nın günlük içmem için gönderdiği ağız tadı bozan bir çayı içiyordum. İçerisinde sanırım zencefil vardı ve ben zencefilden nefret ederdim.

Kızıl saçlarım, yüzüme vuran güneş ışığıyla turuncumsu bir renk aldığında bakışlarımı ileride ok atma yarışı yapan prenslere çevirdim. Taehyung ve Jungkook yarışıyorlardı ve Jungkook her şey de olduğu gibi bunda da çok iyiydi. Taehyung, Jungkook'un samandan yapılmış olan tahtanın tam ortasındaki kırmızı daireye tekrar bir ok atmasıyla sinirle yerinde tepindi. Jungkook onun bu öfkesine kahkahalarla gülerken çok güzel gözüküyordu...

Derin bir iç çekip bakışlarımı Jisoo'ya çevirdiğimde onun Yugyeom ile birlikte ilerideki ağacın altında oyun oynayan kızını kontrol ettiğini gördüm. Nisan sonları mayıs başlarındaydık ve benim karnımda şimdiden bir çıkıntı oluşmuştu. Jisoo'ya göre bu çok az belirgindi fakat ben ellerimi koyduğumda hissettiğim bu çıkıntıdan oldukça hoşlanıyordum.

Jisoo bakışlarını çocuklarından alıp bana çevirdiğinde hafifçe gülümsedik birbirimize. Günlerdir sarayda olduğumuzdan güneşli havayı bulunca kaçırmak istememiştik ve tabiri caizse cümbür cemaat bahçeye çıkmıştık. Bu güzel havaya rağmen hâlâ rahat bir sandalyede oturmaktan hazzetmiyordum. Biraz dolaşmak, yürüş yapmak ve hareket etmek istiyordum. Bunaltıyla yerimden doğrulduğumda ileride kahverengi deridentopla oynayan Yugyeom ve Jinyoung'u gördüm. Onlarla biraz top oynamanın benim için bir sıkıntı olacağını zannetmiyordum.

Jisoo benim doğrulmam ile bana baktığında "Biraz çocuklarla oyun oynayacağım," dedim. "Oyun mu?" diye sorduğunda kafamla onu onayladım.

"Top oynayacağım."

"Top?" diye şaşkınca bana soru soran Jisoo'yu kafamla onayladım. Bir süredir sükunetini koruyan So-Yeun alaycı bir gülümsemeyle bana baktı ve "Prenseslerin top oynadığını ne zaman görülmüş?" diye sordu.

Ona ters ters baktım. "Senga'da erkeklere her halt yaptırılıp kadınlar senin gibi oturduğu yere yayılabilir ama Conall'da böyle ayrımcılıklar yok tatlım." dedim ve sahteden gülümsedim. Gözlerimi devirip sinirle yanlarından ayrıldığımda Yugyeom ve Jinyoung'un oyun oynadığı ağaçlık alana doğru ilerledim.

"Prenseslerin top oynadığı ne zaman görülmüşmüş." Ağız hareketini taklit edip sinirli adımlarla yürümeye devam ettim. Şanslıydım ki üzerimde eteği düz ilerleyen bir elbise vardı, topu tekmelemem çok da zor olmayacaktı.

Ben ilerlemeye başladığım sırada Yugyeom beni gördü ve sevinçle bana el salladı.

"Topu atsana, Yugyeom-ah!" diye bağırdığımda Yugyeom şaşırsa da topu bana doğru attı. Top hafif bir itiliş ile ayağıma geldiğinde öfkeyle topa tekme attım. Top bir hışımla ağaçlık alana ilerledi.

Yugyeom, öfkeyle topa vuruşuma ve uzağa gönderişime karşılık ellerini kaldırarak havada zıplamaya başladı. "Rosie, nasıl o kadar hızlı vurabildin?!"

Ah, Yugyeom... Sen benim neler yaşadığımı bilsen, bu öfkeyle havada kelebek gibi uçarsın bile...

"Sana öğretmemi ister misin?" diye sorduğumda Yugyeom hevesle başını salladı. "Tamam, bekle de topu alayım."

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now