18, secret

5.1K 611 125
                                    

Av köşkünden döneli on sekiz gün oluyordu. Bu süreçte, ülkede belli başlı yerlerde toplanması gereken vergi toplanmadığı için Jungkook, Jin ve Yoongi yaklaşık on beş gün önce şehir dışına çıkmışlardı.

Ben de bu süreçte Jisoo unni ile vakit geçirmiştim. Jisoo beni ne kadar güldürse de aklım hep Jungkook'ta ve av köşkündeki son gece yaptığımız o konuşmadaydı.

Derin bir nefes verip bakışlarımı pencereden dışarıya, gökyüzüne, çevirdiğimde aklıma o geceki düşüncelerin dolmasını engelleyememiştim.

Sorduğum soruyla Jungkook yüzüme alık alık bakmıştı. Öyle şaşırmış duruyordu ki... Eninde sonunda öğreneceğim bir şeydi, neden bu kadar şaşırdığını anlayamamıştım doğrusu.

Aradan geçen birkaç saniyenin sonunda Jungkook kafasını iki yana sallayarak silkelendi. Öksürüp bakışlarını bana çevirdiğinde hâlâ şaşkın bir tavşan gibi görünüyordu.

"So-Yeun mu?" diye sorduğunda kafamla onu onayladım. Jungkook bakışlarını kaçırdı. "Bunu kim söyledi sana?"

"Bir önemi var mı?" dediğimde istemsizce aksi bir sesle konuşmuştum. Bir şekilde öğrenmiştim, neden kimin söylediği ile ilgileniyordu ki?

"Önemi var tabii ki." dedi kaşlarını çatıp bana bakarken. "Bakışlarından gördüğüm kadarıyla iyi şeyler öğrenmemişsin ve ne kadar yalan ne kadar doğru bilgi öğrendiğini bilemiyorum."

Omuz silktim. "Küçüklük arkadaşı olup sonradan birlikte olduğunuzu biliyorum, sonra kavga edip ayrılmışsınız ve şimdi konuşmuyormuşsunuz."

"Doğru öğrenmişsin," dediğinde bunun geleceğini bilsem de yine de istemsizce boğazıma birkaç düğüm dolanmasına engel olamadım. "Şimdi konuşmuyoruz."

"Geçen hafta ok taliminden sonra So-Yeun ile hiç konuştunuz mu?" diye sorduğumda Jungkook gözlerini kıstı ve başını iki yana salladı. "Onunla konuşmadığımı sana söylemiştim fakat istediğin net bir cevapsa hayır, konuşmadık."

Kafamla onu onayladım. Yani yalan söylemişti.

Pis yılan.

"Neden sordun?"

"Kulağıma öyle bir söylenti geldi de," dedim So-Yeun'un yaptığı şeytanlığı gizleyerek. Onun hesabını ben verecektim, işe Jungkook'u salça etmeye gerek yoktu.

Kafasıyla beni onayladı ve derin bie nefes verdi. "Kimin söylediğini söylemeyeceksin değil mi?"

"Bunun hiçbir önemi yok. Senga'da dedikodular vebadan daha hızlı yayılıyor, bu yüzden kulağıma ulaşması zor olmadı."

Jungkook diliyle dudaklarını ıslattığı sırada aklımda devinip duran soruyu sormamak adına kendimi kastım. Bunun yeri miydi? Bunu sorsam bana cevap verir miydi, yoksa tersler miydi?

"Jungkook," diye mırıldandığımda "Hım?" dedi.

"So-Yeun ile neden konuşmuyorsunuz?" Jungkook, sorduğum soruyla tökezledi. Sanki başından beri bu soruyu sormamdan kaçınıyormuş gibiydi.

Donuk bakışlarını suratıma çevirdiğinde "Geç oldu," dedi kuru bir sesle. "Sabah erken kalkacağız, yatalım. Sen de dinlenmiş olursun."

Bir şey dememe izin vermeden yanımdan kalkıp yatağa doğru ilerlediğinde derin bir nefes verdim ve bakışlarımı aleve çevirdim.

Senga'da dedikodudan daha hızlı yayılan başka bir şey daha vardı ve ben bunu daha sonraları öğrenecektim.

Sır.

Bakışlarımı kara gökyüzünden çektiğimde bahçenin loş aydınlatmaları altında gördüğüm at gövdeleriyle oturduğum koltuktan fırladım ve hızlı adımlarla odayı terk ettim.

Hemen yan dairedeki Jisoo'nun da benimle aynı anda odasından çıkması aradan geçen on beş günün ne kadar buruk olduğunu gösteriyordu.

Jisoo, benim odadan aceleyle çıkışımı gördüğünde yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşti. Yanıma geldiğinde beraber hızlı adımlarla ilerlemeye başladık.

Jisoo'nun ağzının içinden "Aman, Allah'tan âşık değil bu da." dediğini duymuştum. Yine de Jisoo'nun susmaz çenesinin gazabına uğramamak için duymamış gibi yapmıştım.

Jungkook olmadan geçen on beş günde anlamıştım ki, ben gerçekten ona karşı bir şeyler hissediyordum. Yoksa bu özlem, bu burukluk, onu görmeden geçirdiğim bu yalnız ve asabi hâllerim... Hepsinin tek bir nedeni olabilirdi: o da aşktı.

Onun hislerinden emin değildim bu yüzden ona olan hislerimi dile getirmem aramızda bir soğukluk oluşturabilirdi ve bu benim istediğim son şey olurdu. Bu yüzden onun hislerinden emin olana kadar bekleyecektim.

Jisoo ile bahçeye inen merdivenlere geldiğimizde Haru'nun da hızlı adımlarla buraya doğru geldiğini gördük. Hepimiz birbirimize bakıp güldüğümüzde açıkçası ben aşağı inip onu karşılamak konusunda tereddütlerle doluydum. Bir de utanıyordum.

Merdivenlerden indiğimiz sırada atlı topluluk da saray önüne gelmişlerdi. Ön safhadaki Seok Jin atından indi ve siyah atını seyise verdi.

Onun hemen arkasında da Yoongi vardı, saraydan birkaç asker vardı fakat Jungkook'u göremiyordum.

Jisoo ve Haru eşlerinin yanına doğru ilerlediklerinde ben hâlâ Jungkook'u göremediğimden yerimde hafifçe yükselerek ileriye doğru bakıyordum.

Son denememde de başarısız olduğumda ileriye doğru atılıp atlıların arasına bakacaktım ki bileğimden nazikçe tutulup döndürülmem ile bedenim hafifçe Jungkook'un göğsüne çarptı.

"Beni mi arıyordunuz, prenses?" diye soran Jungkook ile şaşkınlıkla ona baktım. Zaten hafifçe uzun olan saçları biraz daha uzamıştı, pürüzsüz teninde küçük, kırmızı bir çizik vardı.

Parmaklarım bilinçsizce elmacık kemiğinin üzerindeki çiziğe gittiğinde hafifçe dokundum. "Küçük bir sıyrık, gittiğimiz yerde biraz sorun çıkaran tipler vardı da."

"Bir prense nasıl saldırabilirler?" Azarlar gibi çıkan ses tonumla Jungkook hafifçe gülümsedi.

"Prenses Rosie'yi sinirlendirdiler, vah hallerine!" dediğinde elimi sinirlenip yüzünden çektim.

"Aman iki ilgi gösterdik onda da şımardın."

"Kim ben mi?" dedi Jungkook, işaret parmağını şaşkınlıkla kendine doğrulttuğunda "Senden başka şımarık görebiliyor musun acaba?" diye hınzırca sordum.

Jungkook gözlerini devirdi. "Gösteririm ben sana kimmiş şımarık. Yugyeom ile takıla takıla feleğin şaşmış senin."

"Hadi ya," deyip onu alaya aldığım sırada Jungkook boynuna çapraz astığı okunu ve yay kılıfını çıkarttı.

Siyah saçları onun bu hareketiyle dağıldığında eliyle saçlarını hafifçe karıştırdı.

Ben ona hayranlıkla bakarken üzerimizde hissettiğim delici bakışlarla kafamı yukarıya kaldırdım ve sarayın üçüncü katındaki pencereden buraya bakan So-Yeun ile göz göze geldim.

Onun bakışlarının Jungkook ve benim üzerinde olduğunu görünce hafifçe sırıtıp ona baktım.

Söylemiştim, istediğimde oldukça kötü bir kadın olabiliyordum ve Kim So-Yeun benim daha kötü tarafımla karşılaşmamıştı.

a queen and her tearsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin