12, hunting lodge

5.3K 575 143
                                    

Yaklaşık yirmi dakika önce av köşküne gitmek için yola çıkmıştık. Shin, büyük bir şehir olduğundan av köşküne gitmek dört saatten fazla zamanımızı alacaktı.

At arabasıyla yolculuk yapmaktan gerçekten nefret ediyordum. Araba sallanıp durdukça midem bulanıyordu.

Saraydan yeni çıkmıştık fakat benim şimdiden midem dört nala koşmuştu.

Karşımda oturan Jungkook, bakışlarını üzerimde birkaç saniye bakışlarını gezdirdi ardından dışarıya baktı.

Ben de ona çok meraklıydım zaten, aptal prens.

Gözlerimi devirip ben de bakışlarımı diğer tarafa çevirdim. Sabahın çok erken saatlerinde yola çıktığımızdan dışarısı hâlâ karanlıktı.

Canım sıkıldığından ofladım ve bakışlarımı ellerime düşürdüm. Zaten donuyordum, bir de karşımda bir buz dağı vardı; daha da donuyordum.

Jungkook'un oflamamla birlikte üzerime düşen bakışları birkaç saniye sonra çekilir zannettim ama çekilmedi. Ben de başımı kaldırıp ona baktığımda "Ne?" diye sordum.

"Ne mi?" diye şaşkınlıkla konuştuğunda ona abime küfür bile ettiğimi söylemek isterdim fakat bugün ona bu kadarcık dozaj yeterdi.

"Ne ne?"

"Sen bana cidden ne mi dedin?" diye hâlâ derin bir şaşkınlık içerisinde sorduğunda omuz silktim.
"Jisoo unni de yapıyor."

Jungkook anlamış gibi başını salladı. "Beraber çok takılıyorsunuz, ondan bir şey kapmaman mümkün değildi zaten."

Dik dik ona baktığımda hafifçe sırıttı ve kafasını aşağı eğdi.

"Ne kadar çok değiştinin farkında mısın?" diye beklemediğim bir anda bir soru yönelttiğinde şaşkınca ona baktım.

"Yani tamam, başlarda da çok asiydin, ilk günden beni bahçede bir başıma bırakıp gitmiştin fakat... Aradan sadece birkaç hafta geçmesine rağmen çok daha güçlü bir kadın oldun."

Ne demek istediğini anlamadığımdan hâlâ yüzüne baktığımda yüzünde hafif bir tebessümle baktı. "İyi bir şey söylüyorum, beni öldürecek gibi bakmasana."

Omuz silktim. Madem kirli çamaşırları ortaya döküyorduk ve önümüzde saatler vardı, biraz ona laf sokmasam içimde kalırdı.

"Sen de dengesizin tekisin."

Jungkook, sanki ona küfretmişim gibi bir hissiyatla başını öyle bir çevirdi ki kütleyen kemik sesiyle başının yerinden koptuğunu falan düşündüm. Bu benim işime gelirdi açıkçası, en azından katil oldum diye vicdan azabıyla tutuşup kalmazdım. Olsam olsam dul prenses olurdum o da dört gün sürerdi herhalde. Beşinci güne taliplerimle balo veriyor olurdum.

"Dengesiz mi?" diye sorunca başımla onu onayladım. "Yok yok, Jin hyunga söyleyeceğim ben sizi uzak tutalım biraz Jisoo noona ile."

Ona kesin yaparsın, inanıyorum sana ben bakışını attım. Sıkıyorsa yapardı, yasak ilişkisini ortaya döküp madur prenses taklidi yapmam saliselerimi bile almazdı.

"Bu benim kendi özbeöz fikrim, dengesizsin işte."

"Ne dengesizliğimi gördün?" dediğinde ağzım açık ona baktım. Bu da soru muydu? Çorap değiştirir gibi ruh hâli değiştiriyordu herif.

"Bazen buz dağı gibi soğuk oluyorsun bazen de şimdi olduğu gibi komik ve sevecen bir hâle bürünüyorsun. Belki de bu hâllerin bana özeldir tabii, geçmişini bilemem."

Bal gibi de bilirim.
Kırdığın cevizlere kadar hepsini hem de.

"İkimiz de birbirimizin geçmişini bilmiyoruz," dediğinde ona sadece sen demek istesem de sustum. So-Yeun mevzusunu av köşkünde bir daha açılmamak üzere kapatacaktım. Fakat şimdi sadece bekliyordum, doğru zamanı.

"Aslında Soo'da bir sürü şey öğrenmiştik ama ben yine de bilmediğim aile yaşantını öğrenmek istiyorum. Conall'da nasıl bir insandın bahsetsene biraz." dediğinde ondan bu atağı beklemesem bile kafamla onu onayladım. So-Yeun'un konuşmasını duymayana kadar Jungkook ile sıkı birer arkadaş gibiydik. Bana hiç kötü davranmamıştı, aksine her şeyimle ilgilenmeye çalışmıştı fakat bu ilgi, benim onun hakkında öğrendiklerime kadar sürmüştü. Çünkü sonradan fazlasına ben izin vermemiştim, düğüne kadar olan zaman dilimi içerisinde ondan uzaklaşmıştım. Belki de onun bu dengesiz ruh hâlleri benim geri çekilmemle olmuştu, bilemiyordum.

"Abim James ile kedi köpek gibiyizdir. Sürekli didişip atışırız. Elsie ve Henry'i de ben büyüttüm gibi bir şey oldu. Ben küçükken babam sürekli iç isyanları bastırmak için giderdi," dediğimde Jungkook kafasıyla beni onayladı.

"Annem ise babamın gidişiyle hep buhranlara girer odasından dışarı çıkmazdı. Bu yüzden küçüklere annelik yapmak bana düştü." Hatırladığım günler aklıma geldikçe özlemden oturup ağlayasım geliyordu.

"Av köşküne bu kadar gelmek istememin sebebi abimdi." dediğimde yalan söylemiyordum. Belki eskiden yaptığımız şeyleri yaparsam, onu hâlâ burada hissedebilirmişim gibime geliyordu.

"Küçükken tek oyun arkadaşım oydu. Fazla arkadaşlar fazla sorumluluk ve fazla tehlike getiriyordu. Ben küçükken ülke içerisinde savaştan dolayı çok karışıklık vardı. Kuzenim Jennie ile bir keresinde zehirleniyorduk." dediğimde Jungkook kaşlarını çattı. "Zehirlenmek mi?"

"Altı-yedi yaşlarındaydım. O zamanlar senin başka bir ülkedeki oyun arkadaşım olduğunu düşünüyordum," Histerik bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. Ortam gerilmişti çünkü acı hâlâ tazeydi. "Jennie ve ben odamda oyun oynuyorduk. Sonra bir tepsi geldi. Bir bakıcım vardı, o gün nedense gelen yemeği o tatmak istedi. Tattı da... Ama öldü. Eğer o önceden tatmasaydı belki de hiçbir zaman bu günleri göremeyecektik."

Jungkook'un donmuş suratını gördüğümde toparlandım ve "Abim o günden sonra bana sanki işe yarayacakmış gibi sapanla kuş avlamayı, nasıl kılıç tutulacağını, nasıl dövüşüleceğini ve nasıl avlanacağımı öğretti. Bu yüzden oraya gitmek istiyorum çünkü onları hatırlamaya ihtiyacım var."

Bakışları üzerime düştüğü vakit, yüzünde güzel bir gülümseme peydah oldu ve kafasıyla beni onayladı.

"Onları hatırlaman için elimden geleni yapacağım."

a queen and her tearsWhere stories live. Discover now