1. Kısım GAIA Bölüm 22

1.6K 228 7
                                    

Köprüye geri dönmeden önce revire uğrayıp annemi, kardeşimi ve bay Lowen'ı ziyaret ediyorum. İçeri girdiğimde bay Lowen beni kolumdan tutup yavaşça dışarı çıkarıyor ve annemin halen zayıf olduğunu, bu nedenle dinlenmesi gerektiğini buraya her geldiğimde yaptığı gibi yeniden tekrarlıyor. Kadının yattığı yer tamamen camla kaplı olduğu için onu dışarıdan rahatça izleyebiliyorum. Annem şu anda uyuyor ve yüzü neredeyse bembeyaz görünüyor. Lena ise görünen o ki kadının baş ucunda uyuya kalmış. Annemin iyileşeceğini biliyorum ama peki ya küçük şapşal? "Kardeşim? Kardeşim nasıl?"

Bay Lowen konuşurken doğrudan gözlerimin içine bakıyor "Seninle açık konuşacağım. Gördükleri ona büyük bir travma yaşattı ve bu tecrübeyi sindirebilmesi için zamana ihtiyacı var. Ona karşı anlayışlı olmalıyız." Bay Lowen'a onlarla ilgilendiği için teşekkür edip oradan ayrılacağım sırada adamla konuşmak istediğim başka bir konu olduğu aklıma geliyor ve geri dönüyorum "Neden köprüde bize eşlik etmiyorsunuz? Herbert'tan annemle ilgilenmesini rica edebiliriz. Zaten şu anda ikimizin de beklemekten başka annem için yapabileceği pek bir şey yok gibi duruyor. Sonuçta bu insanların lideri sizsiniz değil mi?" Ona sorduğum bu soru Richard Lowen'ın tebessüm etmesine neden oluyor "Bence artık daha iyi bir liderleri var."

Revirden ayrıldıktan sonra, ziyaret amacıyla Christina'ya tahsis edilen odaya giderken, birden bulunduğum koridorda sarı ışıklar yanıp sönmeye başlıyor ve daha sonra her yerde yankılanan sesi duyuyorum "Sarı Alarm. Kaptan köprüde bekleniyorsunuz." Yolumu hızla köprüye doğru değiştirip koşarak ilerlerken yeniden ve yeniden aynı sözleri duyuyorum. Bir günüm de sakin geçmeyecek mi benim?

Koltuğuma ulaştığımda ilk yaptığım iş, subaylara dönüp neden böyle bir şey olduğunu sormak oluyor "Biri bana neler olup bittiğini anlatabilir mi lütfen?" Bu sefer de cümlemin sonunda lütfen kullanmış olmak bana garip geliyor. Sanırım bu kaptanlık işini hiçbir zaman tam olarak beceremeyeceğim.

Mert aramızdaki yakınlık nedeniyle çekinmeden hızla söze giriyor "Radarda tanımlanamayan bir cisim tespit ettik." Bahsettiği şeyi, büyük ekrana yansıyan radardan kırmızı nokta olarak gördükten sonra yeniden Mert'e dönüyorum "Peki ne olduğunu çözebildiniz mi?" Çocuk bir anda patlıyor "Tanımlanamayanın neresini anlamadın Lara!" Ardından durumun ciddiyetini ve sözleriyle benim yeni konumuma zarar verdiğini fark edip hatasını düzeltmeye çalışıyor "Hayır efendim. Ne yapmamızı istersiniz?"

Osiris'in sessiz mod diye bir özelliğinin olduğu aklıma geliyor ve bunu devreye sokmak için tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Bu cisim her ne ise, Gaia'ya bir günlük mesafede ve eğer şehirde yaşayan insanların güvenliklerini tehdit edecek bir şeyse, ne olduğunu mutlaka öğrenmeliyiz "Sessiz modda çeyrek yol ileri."

Köprüde bulunan herkes nefesini tutmuş radara bakıyor ve adım adım cisme doğru yaklaşmamızı izliyor. Neredeyse görüş mesafesine kadar gelmemize rağmen kırmızı nokta hareketsizce yerinde duruyor. Mert görüntüyü ekrana yansıttığında, gizemli cismin su altındaki kayaların üzerine kurulmuş bir çeşit tesis olduğunu görüyoruz.

Genel Sistemlerin koltuğunda oturan otuz yaşlarındaki, düz uzun siyah saçlı Elizabeth adındaki kadın, önündeki monitöre bakarak burasının her ne için yapıldıysa artık işlevsel olmadığını söylüyor. Karşımızda duran yapı tamamen terk edilmiş görünüyor ve sanırım Gaia için en azından şimdilik bir tehdit oluşturmuyor. Bilinmeyene yolculuğumuz sırasında karşılaştığımız bu yapının tam olarak ne olduğunu öğrenmek için içim içimi yese de, içeri girip istenmeyen bir sürprizle karşılaşma riskini almak istemediğimden yola devam etmeye karar veriyorum. Bu beklenmedik durumdan kısa bir süre sonra, bizi taşıyan devasa denizaltıda verilen sarı alarmın yolcular üzerinde yarattığı stres yavaş yavaş kayboluyor ve her şey yeniden normale dönüyor.

Aradan bir hafta geçmesine rağmen, sadece iki tane ne olduğunu anlamadığımız tesise rastlamamız dışında yolculuğumuz sakin geçiyor. Annem yavaş yavaş kendini topluyor ve Lena'nın neşesi az da olsa yerine geliyor. Benim için önemli olan gelişmelerden biri de, günler geçtikçe Jake'le aramızdaki ilişkinin aldığı yaranın iyileşmeye başlaması oluyor. İkimiz de yaşadığımız o anı unutmak istiyoruz ve bu nedenle aramızda meydana gelen yakınlaşma sanki hiç yaşanmamış gibi davranıyoruz.

Annemi ziyaret etmek için revire gittiğimde -bir haftadır köprü ve revir arasında mekik dokumaktan gerçekten çok yoruldum- kadının iyice huysuzlaştığını görüyorum "Yeter artık Lara! Ben iyiyim ve bunu sana bir doktor olarak söylüyorum. Daha fazla burada, sürekli beni kontrol eden bu soğuk odada kalmak istemiyorum. Tamamen kontrolümüz dışında çalışan ve göremediğimiz bir doktorun hayatıma daha fazla müdahale etmesini istemiyorum. Şu anda aldığım nefesi ona borçlu olsam bile böyle düşünüyorum."

Annemi biraz olsun rahatlatmak için konuyu başka bir yöne çekmeye çalışıyorum. "Sence de ona bir isim vermemiz gerekmiyor mu? Jennifer'a ne dersin?" Kadının kafası konuyu değiştirmem nedeniyle bir süre karışıyor ve ardından haklı olduğumu düşünerek cevap veriyor "Eğer ona bir isim vereceksek Serap'tan başka bir şey aklıma gelmiyor. Babanın doğumu sırasında ölen ikiz kardeşine verdikleri admış. Bu ismin baban için çok büyük bir anlamı vardı."

Annemin az önceki sızlanmalarının yok olduğunu görerek mutlu oluyorum ve onu onaylıyorum. "O zaman karar verilmiştir. Göremediğimiz doktorumuza bundan sonra Serap diye hitap edeceğiz." Anneme yönelttiğim cümlemin hemen ardından sağımda kalan ve bütün duvar boyunca yerleştirilmiş dijital ekranlara bakarak devam ediyorum. "Senin adın artık Serap. Tamam mı?" Sadece gerektiğinde konuşmasına alıştığımız yumuşak bayan sesi beklemediğim bir şekilde bana cevap veriyor. "Anlaşıldı!"

Kadının onun dikkatini dağıtmak için yarattığım bu durumdan kurtulması çok da uzun sürmüyor. Annem yeniden huysuzlanmaya başladığında kendimi onun yerine koyuyorum ve bir hafta boyunca burada kalsam herhalde sıkıntıdan çıldırırdım diye düşünüyorum. Gerçeği söylemek gerekirse hastamız gerçekten iyi görünüyor ve bunun için çok mutlu oluyorum. Kardeşim de annemin başından ayrılmayı kesinlikle reddettiği için, her ikisinin de sağlığı açısından, onları Osiris'in önemli yolcular için tasarlanmış odalarından birine yerleştirmenin zamanının geldiğini düşünüyorum "O zaman size bir sürprizim var."

Annemin hasta yatağından kalkmasına yardım ediyorum ve ardından biz konuşurken dışarıda bekleyen bay Lowen kadının koluna giriyor. Kardeşimin elini tutuyorum ve hep beraber revirden ayrılıp Osiris'in dar koridorlarında yavaş adımlarla ilerliyoruz. Onlar için düşündüğüm köprüye, dolayısı ile bana en yakın odanın önüne geldiğimizde anneme dönüp ona sıkıca sarılıyorum. Sonra da küçük şapşalı kucağıma alıyorum ve yanaklarına kocaman öpücükler konduruyorum "Sizi çok seviyorum ve benimle birlikte olduğunuz için çok mutluyum." Ailemi odalarına bıraktıktan sonra ortamın gereğinden fazla duygusallaşmasına izin vermeyip yanlarından hızlıca ayrılıyorum.

Yeniden köprüye döndüğümde ortalık gayet sakin görünüyor. Subaylar koltuklarında otururken, Herbert'da yeni görevi olan kaptan asistanlığı nedeniyle kapının yanında durup benden emir bekliyor. Ondan ailemin yanında bulunan bay Lowen'ı bulup köprüye getirmesini rica ediyorum.

Son aldığım karara göre, hayati bir durum olmadıkça bütün isteklerimi rica ederek söylemek istiyorum ve buna mümkün olduğunca uymaya çalışıyorum. Sonuçta ben gerçek bir kaptan değilim ve sadece diğer insanlardan farklı olan genetik durumum nedeniyle o koltukta oturuyorum. Her ne kadar bay Lowen son bir haftalık süreçte, her fırsat bulduğunda gerçek bir lider olduğumu dile getirse de, eğer öyleysem bile daha öğrenmem gereken çok şey olduğunu düşünüyorum. Bunların en başında da babamın küçükken sürekli bana verdiği öğüt yer alıyor. Sevgili babam her zaman kendimi diğer çocuklardan üstün görmemem gerektiğini söylerdi ve bunu hayatım boyunca hiç unutmamaya çalıştım. Şimdi bu koltukta oturuyorsam bile, insanlara asla onlardan üstün biriymişim gibi davranmamalıyım. 

GaiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin