2. Kısım NEXA Bölüm 10

1.4K 176 8
                                    

Ailemle olabildiğince kaliteli zaman geçirmeye çalışsam da, çıkacağımız görevle ilgili zihnimin içinde dönüp duran düşüncelerden bir türlü uzaklaşamıyorum. Annem ve babam tatbikat yüzünden beni bir süre göremeyeceklerini öğrendiklerinde, bu konuyu olağan bir askeri durum olarak yorumlayıp çok da üzerinde durmuyorlar. Sonuçta askeri akademideyim ve elbet bu tip evden uzak kalmalar eninde sonunda olacaktı. Orduya katıldığımda zaten bunun farkındalardı ama peki ya gerçeği bilseler ne olurdu? Şu anda gülen yüzler, gözleri yaşlı insanların vedalaşmasına mı dönüşürdü? Yoksa benimle gurur duyduklarını söyleyip başları dik bir biçimde uğurlarlar mıydı? Sanırım bu soruların cevabını hiç bir zaman öğrenemeyeceğim. Ne olursa olsun onları çok seviyorum ve görevimde, kendim için olduğu kadar onlar için de başarılı olmaya çalışacağım.

Bize verilen yaklaşık bir buçuk günlük izinin ilk yarım günü, federasyon üssünde geçirdiğim zamanın üzerimde biriken yorgunluğu bedenime adeta yapıştığı için düşündüğümden erken sonlanıyor. Gözlerimi Nexa'da geçireceğim son güne açtığımda, annemin hazırladığı muhteşem kahvaltının kokusu mutfaktan burnuma kadar ulaşıyor.

Bir dakika... Annemin evde ne işi var? İşte olması gerekmiyor muydu? Babam kapımı çalıp beni uyandırmak için odama geldiğinde şaşkınlığım iki kat artıyor. Anlaşılan ikisi de bu günü benimle birlikte geçirebilmek için işlerinden izin almışlar. Kısa bir zaman için bile olsa, yarın başlayacak olan görevin bende yarattığı stresi unutup, ailemle beraber kahvaltı etmenin keyfini çıkarıyorum.

Annem ve babamla geçen dolu dolu bir günün ardından akşam yemeğimi yiyorum ve şimdiye kadar kaçtığım şeyi yapmak için cesaretimi toplamaya çalışıyorum. Ailemle beraber gittiğimiz sinemada, doğa parkında, teknoloji müzesinde ve diğer yerlerde geçirdiğim harika zaman sırasında bile aklımdan çıkmayan, cevabını bir türlü bulamadığım soru Peneks'e nasıl veda edeceğimdi. Arkadaşımı onunla görüşmek için aradığımda, sesi tahmin ettiğimden daha iyi geliyor. Evlerimizin hemen hemen orta noktasında kalan, beraber bir şeyler içebileceğimiz Mor Pelerin adındaki kafede yarım saat sonra buluşmak için sözleşiyoruz. Off, zaman geçmez şimdi...

Kafedeki canlı müzikten ve gürültüden olabildiğince uzak bir masa seçtikten ve siparişlerimizi verdikten sonra söze giriyorum. "Eee, ben yokken günlerin nasıl geçti?" Bence pek de iyi bir giriş olmadı ama yine de hiç yoktan iyidir. Karşımda oturan arkadaşım, soruduğum soruyu gülümseyerek cevaplıyor. "Dalga geçebileceğim biri olmadan gerçekten çok zorlandım." Ne demeliyim ben şimdi?

Sessiz kalıp onu onaylarcasına gülümsemeyi tercih etmek sanırım en doğrusu olacak. Adı gibi morun hakim olduğu kafede öylece otururken, korktuğum konudan kaçmak için sanırım yapabileceğim hiçbir şey yok. "Geçen sefer bana kızdığını biliyorum. Ancak ikimiz de askeri akademideyiz. Bunun farkındasın değil mi? Sana bu sefer yalan söylemeyeceğim. Ama ne yazık ki doğruları da duyamayacaksın. Bize bir emir verildiğinde onu uygularız biliyorsun. İşte ben de böyle bir emirle tamamen gizli bir görevdeyim. Aslında bu kadarını bile seninle paylaşmam çok yanlış ve eğer böyle bir şey yaptığımı öğrenirlerse, bana hoşgörülü davranırlar mı bundan bile emin değilim. Seninle olan bunca yıllık arkadaşlığımı kaybetmek istemiyorum. Ne olur söylediklerim aramızda kalsın. Bir süreliğine etrafta olmayacağım. Umarım dönünce her şeyi daha açık bir şekilde seninle konuşabilirim."

Peneks, sözlerim bitene kadar elinde tuttuğu alkollü içeceği arada bir yudumlayarak sakince beni dinliyor. Konuşma sırasının kendisine geldiğini anladığında ise, merakla beklediğim düşüncelerini yüzünde oluşan olumlu ifade ile anlatmaya başlıyor. "Açıkçası sen gittikten sonra, ben de o şekilde ayrıldığımız için çok üzüldüm. Bana yalan söylediğini fark ettiğimde sana çok kızmıştım ama daha sonra sakin bir kafayla oturup değerlendirdiğimde, bana karşı böyle bir şeyi isteyerek asla yapmayacağını düşündüm. Endişelenmene gerek yok. Sana hak veriyorum. Neler olduğunu deli gibi merak ediyorum ama yine de sana hak veriyorum. İyi miyiz?" Peneks'ten gelen bu olgun reaksiyon beni çok rahatlatıyor ve hemen cevabı yapıştırıyorum. "İyiyiz tabii. Ya ne olacaktık?" Arkadaşımla Mor Pelerin'de biraz daha oturup özlem giderdikten sonra sıkı sıkı sarılarak ayrılıyoruz.

Yatağıma yattığımda aklımdan sevdiğim insanlar, anılarım, hayallerim ve son günlerde yaşadıklarım birbiri ardına geçerken uyumaya çalışmak gerçekten çok zor oluyor. Geri dönüp dönemeyeceğim bile belirsizken, kendimi olumlu düşüncelere odaklamak istesem de, içgüdüsel bir dürtü olan ölüm korkusu tüm bedenimi sararak beni esir alıyor. Anlaşılan sabaha kadar onun esareti altındayım...

Yeni gün ve sonu meçhul macera beni çağırırken, uyku sersemliğini üzerimden atıp en hızlı şekilde hazırlanıyorum ve daha ailem uyanmamışken evden çıkıyorum. Onlar bugün işlerine gidecekler, eve dönecekler, simülasyon odasında arkadaşlarıyla zaman geçirip ertesi gün yeniden aynı şeyleri yapmak için uyuyacaklar ama ya ben... Bugün benim için yepyeni bir hayatın başlangıcı ya da yaşayarak geçirdiğim sürenin kısa bir zaman sonra sonlanacağı anlamına geliyor.

Üsse vardığımızda Komutan Kall'dan, zaten şimdiye kadar öğrendiğimiz şeylerin hatırlatma niteliğinde bir tekrarını dinliyoruz ve ardından yüz on ikinci kattaki cephaneliğe götürülüyoruz. Merc ve Lanila görev sırasında kullanacağımız teçhizatı bize tanıtırken yüzümde beliren sırıtmaya engel olamıyorum. O kadar güzeller ki...

İlk olarak prototip aşamasındaki, üzerinde az miktarda bulunan sarı hatlar dışında tamamen siyah olan operasyon giysisinin ne yeteneklere sahip olduğunu anlatıyorlar. Uzun süreli görünmezlik özelliği, şimdiye kadar bildiklerimizin neredeyse iki katı civarındaki güç kalkanı, fiziksel silahlara karşı üstün bir koruma sağlayan yapım malzemesi olumsuz duyguların üzerimden kayıp gitmesine neden oluyor. Bunun içinde ölmek için gerçekten çaba harcamak gerek.

Giysinin tanıtımından sonra sıra kullanacağımız silahlara geliyor. Merc yine prototip olan -sanırım bu üsteki her şey prototip- güç silahlarının neler yapabileceğinden, sanki onları kendisi tasarlamış gibi büyük bir gururla bahsediyor. Yüksek tahrip özelliği ve düşük tahripli seri atış yapabilme becerisi yine bildiklerimin çok ötesinde. Şöyle bir denemek için elime aldığımda, kısa ve küt tasarımı nedeniyle sanki bedenimle birleştiğini hissediyorum. Öyle güzel görünüyorlar ki... Son olarak nöral arayüzün savaş gözlüklerimize eklendiğini ve zaten gerektiğinde nasıl kullanacağımızın eğitimini aldığımızı ekleyerek tanıtımı bitiriyorlar.

Revirde bizi Sankira virüsünden koruyacak olan aşılarımızı olduktan sonra, yatakhaneden eşyalarımızı alıyoruz ve ardından hızla büyük hangarda bulunan Laterani'nin yolunu tutuyoruz. On altıncı katta asansörden iniyoruz ve çok uzun bir koridorda yaklaşık beş dakika boyunca yürüyoruz. Bu sırada Ent'le ve Sleni ile şakalaşıp heyecanımı bastırmaya çalışırken, Minla da böyle bir ihtiyaç duymuş olacak ki, yanımıza yaklaşıp espri grubumuzun üyesi oluyor. Merc ve Lanila aralarında bir şeyler konuşarak birkaç adım önümüzden ilerlerken, hepimizin arkasındaki Karna yalnız bir şekilde yola devam ediyor. Bu çocuktaki sorun ne? Gerçekten çok merak ediyorum...

Uzun yürüyüşün sonunda ulaştığımız devasa hangar, ev sahipliği yaptığı çeşit çeşit savaş gemisiyle beni adeta büyülüyor. Küçüklü büyüklü saldırı araçlarından, hepsinin ortasında bulunan Laterani'ye kadar tamamı çok teknolojik ve sofistike görünüyor. Laterani ismini ilk duyduğumda adının geldiği, yüzyıllar önce Nexa üzerinde yaşayan soyu tükenmiş vahşi canlıyı tasarım olarak andıracağını düşünmüştüm. Ancak karşımda duran ve birazdan bizi taşıyacak olan araç bu konuda beni yanıltıyor. Sanırım bu isim ona fiziksel şekli yerine savaş becerileri yüzünden takıldı ve umarım sahip olduğu gücü görmek zorunda kalmayız. Hayranlığımı kazanmak için en ufak bir çaba sarf etmesine bile gerek olmayan savaş gemisi, önde bulunan köprü bölümünden arkaya doğruyu genişleyen tasarımıyla, cüssesine rağmen oldukça çevik görünüyor.

GaiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin