3. Kısım GAIA Bölüm 04

1.1K 175 18
                                    

Doria askerleri teker teker can verirken, onlara kimin ya da neyin ateş açtığını göremiyorum. Onları her kim öldürüyorsa, bu kişiler kesinlikle biz değiliz. Askerlerin her birinin hayatla olan bağları sonlandıktan sonra, Doria ırkından farklı olarak, normal insan boyutlarında beş kişi, bize çok da uzak olmayan bir mesafede beliriyorlar. Hangisinin daha can sıkıcı olduğunu düşünüyorum ama net bir karar veremiyorum. Bu yoktan var olma işi mi, yoksa her sona geldiğimizi düşündüğüm anda, gelip hayatımızı birilerinin kurtarması mı?

Beşinin de üzerinde, bazı yerlerinde sarı hatlar olan siyah kıyafetler ve neredeyse yüzlerinin yarısını kaplayan siyah oval gözlükler var. Fiziklerinden anladığım kadarıyla ikisi kadın, üçü erkek olan bu grup, yavaş adımlarla bize doğru yaklaşıyorlar. Bu sırada biz de gizlendiğimiz -bence sadece öyle olduğuna inanıyorduk,- mağaradan çıkıp onlara yaklaşıyoruz. İsteseler bizi çoktan öldürmüş olacaklarını, ama bunun yerine bizi kurtardıklarını göz önüne aldığımda, mantığım onlara güvenmem gerektiğini söylüyor.

Aramızda bir metre kadar mesafe kaldığında duruyorlar ama bize doğru çevrilmiş olan silahlarını indirmiyorlar. İçlerinden öne çıkan kızıl saçlı kadın, pejmürde halimize bakıp diğerlerine, sanırım bizim onlar için bir tehdit olmadığımızı söylüyor. Böylece hepsi silahlarını üzerimize doğrultmaktan vazgeçiyorlar. Bu da bir şeydir...

Dilimizi bilmediklerini tahmin etmeme rağmen ağzımdan "Siz kimsiniz? Neler oluyor?" soruları dökülüveriyor. Kızıl saçlı kadın, sanki söylediklerimi anlamış gibi bir ifade takınarak "Asıl siz kimsiniz? Doria'dan olmadığınız belli," diyor." Nasıl yani? Dilimizi nasıl biliyor olabilirler? Bu sorunun cevabı ile kaybedecek zamanımız olmadığını bildiğim için, doğrudan konuya giriyorum. "Biz dünyalıyız. Karada yaşamıyoruz ama. Yaşamıyorduk yani. Neyse... Uzun hikaye... Şimdi bize ne olduğunu anlatabilir misiniz?"

Kısa açıklamamı dinledikten sonra, kızıl saçlı kadın söylediklerime inanır bir tavırla yeniden konuşmaya hazırlanırken, arkadaki genç erkeklerden biri, kendi dillerinde ona bir şeyler söylüyor. Bunun üzerine kadın yeniden bana bakıyor ve ekliyor. "Benim adım Lanila ve size zarar vermek gibi bir niyetimiz yok. Buraya Doria ile savaşmaya geldik. Ancak aracımız isabet aldı ve yakın bir yere acil iniş yaptık. O andan beri insanlarımızla iletişim kurmaya çalışıyoruz. Sanırım burada sinyal engelleyen bir teknoloji kullanıyorlar ama az önce, nihayet bizimle bağlantıya geçtiler. Buraya gelme nedenimiz olan hedeflerin çoğunu yok ettiğimizi, ancak bunun dışında işlerin bizim için pek de iyi gitmediğini öğrendik. Eğer bir kurtarma gemisi göndermeyi başarırlarsa, bizimle gelmenizi tavsiye ederim." Kadın, yaklaşık beş dakika önce tanışmış olmamıza rağmen, yaptığı nazik teklifle bana hala bir yerlerde umudun var olduğunu hatırlatıyor. Ancak ne yazık ki bu teklifi asla kabul edemeyiz. Geride bıraktığımız onca insana ne olacak? Canımdan çok sevdiğim Lena? Peki Bay Lowen? Irinda? Keşke mümkün olsaydı ama değil... Hem de hiç değil...

Patlama sesleri şiddetlerinden hiçbir şey kaybetmeden kulaklarımızda çınlamaya devam ederlerken, yukarıda yaşanan kıyasıya savaşa seyirci kalmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Sanki elimden gelebilecekmiş gibi onlara yardım etmek istiyorum ama sonrasında çaresizlik hissi yeniden ağır basıyor. Hala mağaranın bulunduğu bölgedeyiz ve yeni tanıştığımız beş dünya dışı insan, çevreyi güvenlik altına almak için olduğunu düşündüğüm pozisyonlara doğru gidiyorlar. Bu sırada yanımızda kalan genç erkek dışında, diğerlerinin bir anda kaybolduğuna şahit oluyorum. Söz konusu durum karşısında yaşadığım şaşkınlık sanırım hiç bitmeyecek.

Hissettiğim duyguları takındığım ifadeden anlayan çocuk, beni rahatlatmak için söze giriyor. "Kullandığımız teknoloji sayesinde istediğimiz zaman görünmez olabiliyoruz. Dışarıdan çok güvenli görünse de, buna karşı üretilen karşı teknolojiler de var. Ancak ne olursa olsun bize avantaj sağladığı bir gerçek. Off, ne kadar kabayım. Daha kendimi tanıtmadım. Benim adım Tenn. Seninki nedir?" Ona sormak istediğim o kadar çok şey var ki... Ama şu an ne yeri, ne de zamanı olduğunu çok iyi bildiğim için, sadece bana sorduğu basit soruyu cevaplamakla yetiniyorum. "Lara. Benim adım Lara."

Zaman sanki akmıyor gibi hissettiğim bir sırada, aralarındaki genç kız yanımızda beliriyor ve Tenn'e bir şeyler söylüyor. Yanımda bilmediğim bir dilde konuşulması ve bu nedenle neler anlatıldığını anlayamamak, özellikle benim gibi meraklı biri için gerçekten inanılmaz rahatsız edici oluyor. Mert'in heyecanla sorduğu sorunun ardından, bu duyguyu yaşayanın sadece ben olmadığımı fark ediyorum. "Ne oldu? Bize de anlatır mısın?"

Tenn bize doğru dönüp konuşmaya başlamadan önce, gizlemeyi başaramadığı kaygısı beden dilinden netçe belli oluyor. "Beş dakika içinde açık bir alana çıkmamız gerek. Bizimkiler gidiyorlar. Eğer o kurtarma gemisini yakalayamazsak, uzun bir süre burada mahsur kalacağız." Bu sırada, dünya dışı gezegenden gelen askerlerin diğer üyeleri de yanımıza ulaşıyor. Harekete geçmeliyiz ve şu anda sanırım onlara yardımcı olabileceğimiz bir noktadayız.

"Kumsala doğru gitmeliyiz. Diğer yöne doğru gitme riskini alamayız. Eğer Doria askerleriyle karşılaşırsak, o gemiyi asla yakalayamazsınız. Beni takip edin. Acele etmeliyiz." Yeni arkadaşlarımızın, sözlerimin ardından bana güvenmekten başka çareleri kalmıyor ve sıra yeniden canımızı dişimize takarak koşmaya geliyor. Ağaçların arasından gördüğümüz deniz bize iyice yaklaştığı sırada, Lanila koşmaya devam ederek kendi insanlarıyla bir şeyler konuşuyor. Sanırım onlara bulundukları koordinatları veriyor.

Kumsala ulaştığımızda, gökyüzünde yaşanan savaşın ne kadar büyük boyutlarda olduğunu daha rahat görebiliyorum. Derin yaralar aldığı için birçok yeri alevler içinde olan devasa savaş gemileri, birbirleriyle girdikleri it dalaşına devam eden küçük saldırı gemileri, patlamalar, her türden silahın kullanılması sırasında ve sonrasında gökyüzünde oluşan izler, adeta dünyanın tuval olarak kullanıldığı soyut bir resmi tamamlıyormuş gibi görünüyorlar. Üzerimizde gerçekleşen hareketli sahneler yüzünden hepimizin dikkati dağıldığı sırada, bize doğru yaklaşan bir gemiyi fark ediyorum ve sağ elimle onu işaret ederek hemen kızıl saçlı kadına soruyorum. "Sizi kurtaracak olan gemi mi?"

Lanila soruma cevap verirken, teklifi konusunda fikrimizi değiştirip değiştirmediğimizi sormayı da ihmal etmiyor. "Evet, aynen o gemi. Bakın, burası sizin için çok tehlikeli. Gelmek istemediğinize emin misiniz? Nereye gide..." O sırada, bulunduğumuz yere oldukça yaklaşan kurtarma gemisi, arkasına takılan bir Doria saldırı gemisi tarafından düşürülüyor. Ardından, her şey ilk başladığı sırada duyduğumuz boğuk sesler yeniden kulaklarımıza geliyor ve devasa savaş gemilerinin havada kayboluşlarına tanıklık ediyoruz.

Kendilerinin de bizim gibi kapana kısıldıklarını anlamakta gecikmeyen Lanila, diğer dört askeri yanına çağırıyor ve aralarında hararetli bir tartışma başlıyor. Sanırım bu kadın onların lideri ve şu anda üzerinde nasıl bir yük olduğunu, kendi tecrübelerimi göz önüne aldığımda az çok anlayabiliyorum.

Herbert, onların kendi aralarında başlattığı toplantıyı fırsat bilip, bize içinde bulunduğumuz çıkmazı hatırlatıyor. "Osiris'e dönmeliyiz ama peki ya ondan sonra? Ondan sonra ne olacak?" Hadi Lara. Zayıflıklarını bir yana bırakıp en kararlı tavrını takın. Sana ihtiyaçları var. Gerçek ya da değil, bir lidere ihtiyaçları var ve şu anda ellerinde sadece sen varsın. Topla kendini. "Önce Osiris'e ulaşmalıyız. Sonrasında ne yapacağımıza orada karar veririz. Şimdi diğerlerinin yanına gidip, onların bize yaptığı teklifin aynısını ben de onlara sunacağım."

GaiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin