3. Kısım GAIA Bölüm 01

1.5K 171 26
                                    

Jake'in sesi öylesine heyecanlı geliyor ki, bir an için tehlikede olduklarını sanıyorum. Arkadaşımın ilk beş kelimesi titrek ve cırtlak bir sesle "Lara" olmasaydı, eminim ben de boşu boşuna endişelenmezdim. "Lara, Lara, gerçekten muhteşem bir duygu bu. Çıktığımız yerde sık ağaçlar var. Kumsal, kumlar var... Suyun kumların üzerindeki görüntüsünü bir görsen... Kuş sesleri harika. Cennet burası Lara. Gerçekten cennet."

Jake'in gördükleri karşısında aklının başından gittiği her halinden belli oluyor. Ancak ne yazık ki hangi amaçla orada olduğunu ona hatırlatmam ve yaşadığı sarhoşluğa bir an önce son vermem gerek. Çok üzgünüm Jake. Mutluluğunu mahvetmek istemezdim. "Lütfen güvenliğe odaklanabilir misiniz?"

Acımasız tavrım yüzünden Jake sessizliğe gömülürken, bu sefer Herbert'ın sesi bize ulaşıyor. Çocuk arkadaşıma oranla daha sakin ama her şeye rağmen onun sesinde de yoğun bir heyecan var. "Anlaşıldı. Biraz zamana ihtiyacımız var. İletişimde olacağız." Zamana ihtiyaçları varmış. Neden sanki ben onlardan hemen bir cevap vermelerini bekliyormuşum gibi davranıyor. Alnımda salak mı yazıyor benim? Sakin olmalıyım... Eminim bunları söylerken kötü bir niyeti yoktu. Alınganlığım tuttu nedense...

Herbert bizimle yeniden iletişim kurmadan önce aradan geçen on dakika bana adeta bir ömür gibi geliyor. Bu süreçte bir an olsun yanımdan ayrılmayan bay Lowen'ın yüzüne baktığımda, aynı duygunun onun için de geçerli olduğunu görebiliyorum. "Lara, şu anda ormandayız ve az önce üzerimizden bir şey geçti. Ne olduğunu tam olarak göremedik ama sanırım küçük bir araçtı. Anlaşılan yalnız değiliz. Kim olduklarını anlamaya çalışacağız."

Hayallerimin yıkılmasına mı, risk altında olduklarına mı, yoksa görevlerine devam etmelerini söylemek zorunda olduğuma mı üzüleyim? Gerçekten bilmiyorum. "İletişimi koparmayın ve ne olur dikkatli olun. Sizden gelecek haberleri bekliyor olacağız."

Osiris su altı için çok güçlü ve güvenli bir denizaltı olabilir ama ne yazık ki karada böyle bir lüksümüz bulunmuyor. Eğer Herbert'ın gördüklerini söylediği araç Doria'ya aitse, Gaia'ya dönmekten başka şansımız da kalmayacak. Şu ana kadar hiç aklıma getirmemeye çalıştığım en kötü senaryoya bu kadar yakın olmak için ne yaptım ben? Eğer bu durum Tanrı'nın bana verdiği bir cezaysa, yanımdaki herkesin de bu cezaya ortak olması haksızlık değil de nedir? Şu anda, keşif ekibinin karada yaşayabilme olasılığımızla ilgili olumlu bilgilere ulaşmaları için dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyor. "Bay Lowen, Doria hala dünyadaysa ne yapacağız?"

Adam mümkün olduğunca sakin kalmaya çalışarak sorumu cevaplıyor. "Onların olmadığı bir yer bulmaya çalışacağız. Artık Gaia diye bir alternatifimizin olduğunu sanmıyorum. Ben her durumda karaya ayak basamayacağım ama ya siz? Artık Gaia'ya dönemezsiniz. Eğer kara güvenli olsaydı, zaten Gaia'daki bütün insanlar için geri dönecektik ama değilse... Dur bakalım. Daha tam olarak bilgi sahibi değiliz. Önce verilere ulaşalım, ardından ne anlama geldiklerini yorumlarız."

Bay Lowen'ın yarı motive edici konuşmasının ardından Mert'in sözleri ile olduğum yerde adeta sonsuzluğa karışıyorum. "Lara, karadaki ekibimizin iletişim sinyalini kaybettik." Bu durumu kötüye yormak istemesem de, aklıma sadece başlarına kötü bir şey gelmiş olma olasılığı geliyor. Onların sesini son olarak duyuşumun üzerinden geçen bir saatin ardından Mert'ten gelen raporla birlikte, benim için çaresizce bekleme süresi sonlanıyor. Bir şeyler yapmalıyım ve burada oturarak elimden hiçbir şey gelmediği de çok açık. "Mert hazırlan. Beraber karaya gidiyoruz."

Ani verdiğim bu kararın ardından bay Lowen endişeli bir şekilde söze giriyor. "Lara, biliyorsun bu denizaltının kaptanı sensin. Eğer başına bir şey gelirse ne olacak?" Üzerime çöreklenen liderlik ve beraberinde getirdiği sorumlulukların beni neredeyse boğduğunu nasıl anlatabilirim? "Annem ve biri en yakın arkadaşlarımdan olan üç kişinin hayatını hiçe mi saymalıyım? Bunu mu söylemek istiyorsunuz? Bundan sonra işleri eski Lara'nın yöntemi ile çözeceğiz ve o Lara geride asla birini bırakmaz. Bundan sonraki süreçte kaptan sizsiniz ve buradakilerin iyiliği için doğru kararları alacağınıza inanıyorum. Şimdi, karaya çıkarken yanımızda neler olacağı ilgili bize yardımcı olur musunuz?" Bana hala kaygılı gözlerle bakan adamla işim bittikten sonra, iletişim subayı koltuğundan az önce kalkmış olan Mert'e dönüyorum ve ekliyorum. "Hadi, acele etmeliyiz."

Bay Lowen'la birlikte Osiris'in cephaneliğinin yolunu tutarken, neredeyse koşar adımlarla hareket ediyoruz. Devasa denizaltıya ilk bindiğim günden beri sadece bir defa geldiğim büyük odaya ulaştığımızda, bay Lowen bize ihtiyacımız olanları vermekte gecikmiyor. Her bir noktasında, hala yabancı olduğum Krenon teknolojisi ile yapılmış malzeme ve silahlar bulunan cephanelikte gözlerimin ne kadar boş baktığını hissedebiliyorum.

Adam bize keşif ekibinin de giydiği beyaz giysi ile birlikte birer tane tabanca ve giysinin kemerine takılan küçük birer bel çantası veriyor. Bay Lowen elimizde tuttuğumuz silahları nasıl kullanacağımızı kısaca anlatırken, o sırada aklım annemde olduğu için, sadece çok fazla ateş edersem silahın bir süre şarj olmaya ihtiyacı olacağını hatırlıyorum. Bu sırada Bay Lowen, olabildiğince hızlı davranarak verdiği kısa brifinge devam ediyor. Küçük bel çantalarında, acil durumlarda kullanmak üzere hap şeklindeki yiyeceklerin bulunduğunu da öğrendikten sonra, adama sadece "Bu kadar mı?" diye soruyorum. Bay Lowen üzgün bir ifade ile sorumu cevaplıyor. "Burada bulunan eşyaların ne olduğu ve nasıl kullanıldığı ile ilgili bilgiler zarar gördüğü için elimden başka bir şey gelmiyor. Üç yüz yıl önceden aklımda kalanlar, ne yazık ki sadece size verdiklerimle sınırlı."

En azından bunlara sahibiz diye kendimi olumlu düşünmeye zorladıktan sonra Mert'e dönüyorum. "On beş dakika sonra mini denizaltıların bulunduğu hangarda buluşalım." Kendisinde kronik bir sorun olan ölüm korkusu arkadaşımı şimdiden ele geçirmiş olacak ki, ağzından tutuk bir "Tamam," dan başka bir kelime çıkmıyor. Onun gerçekçiliğine çok ihtiyacım olacağı için, kendini toplayacağını umarak koşar adımlarla odama, Osiris'in bize sağladığı teçhizatı kuşanmaya gidiyorum.

Keşif ekibine Minx'i yerleştirmemin nedeni, kızın şu anda içinde bulunduğum küçük denizaltıyı kullanmakla ilgili teorik de olsa bir eğitiminin olmasıydı. Osiris'le ilgili bilgilere çalışırken LP2'lerden büyük, LP4'lerden küçük boyutlarda olan bu denizaltılarla ilgili çok az fikir sahibi olabilmiştim. Yine de "Ne kadar zor olabilir ki?" diye kendi kendime düşünüyorum ve derin bir nefes aldıktan sonra, sanki ne yapacağımı hep biliyormuşum gibi aracı kullanmaya başlıyorum.

Hangardan ayrılmamızın ardından kısa bir süre içinde karaya ulaşıyoruz ve denizaltıyı terk etmeden önce içimi garip bir heyecan kaplıyor. Yıllar boyunca arşivlerdeki filmlerden gördüğüm ve hep hayalini kurduğum an, sadece bizi taşıyan aracın kapağını açmak kadar uzakta.

Araçtan dışarı çıkarken esen rüzgar saçlarımın dalgalanmasına ve tenimi tatlı bir üşüme hissinin kaplamasına neden oluyor. Güneş, öğle saatleri olduğu için tüm sıcaklığıyla üzerimizde dururken, Herbert'ın bahsettiği kumsala doğru yüzerek ilerliyoruz. İleride "Hoş geldiniz," dercesine duran orman, sanki eski bir tablodan fırlayıp gerçek olmuş gibi görünüyor. Eğer bu bir rüyaysa bile o kadar güzel ki, asla uyanmak istemiyorum. Zaten eğer bir rüyadaysam, annem ve arkadaşlarımın başına her ne geldiyse gelsin, aslında gerçekte zarar görmeyecekler.

Kumsala ayak bastığımda, zemindeki ince kumun güneşin etkisi ile parlaması aklımı başımdan alırken, yanımda duran Mert'in sesi beni kendime getiriyor. "Lara, yukarıya bak!" Birkaç adım ilerimizdeki muhteşem ormanın üstünde uçan bir hava aracının üzerimize geldiğini görmemle birlikte koşmaya başlıyoruz. Bizi gizleyeceğini düşündüğümüz ağaçların arasında hareketsizce beklerken, gördüğümüz araçların bir tane olmadığını fark ediyoruz. Yavaş hareketlerinden ve küçüklüklerinden anladığım kadarıyla bu araçlar uzaktan yönlendiriliyor ya da kendilerine ait yapay zekaları bulunuyor ve bir şeyler arıyorlar.

Zamanla ilgili onların geçip gitmesini bekleyecek kadar lüksümüz olmadığını fark ettikten sonra, yavaş adımlarla ormanda ilerlemeye karar veriyoruz. Şu anda geçirdiğim her anın, normal şartlar altında bana hiç olmadığım kadar canlı hissettirmesi gerekirken, keşif ekibinin başına gelmiş olabileceklerle ilgili kafamda dönen düşünceler, çevremdeki güzelliklere karşı adeta yapay bir körlük yaratıyor ve attığım her adımı işkenceye çeviriyor.

Arkamdan gelen ve beni takip eden Mert'in hızlı nefes alış verişlerini ensemde hissettiğimde durup ona dönüyorum. "Sakin olmalıyız. Biraz rahatlamaya çalış tamam mı? Emin ol bende en az senin kadar korkuyorum ama yaşadığım bu korkunun bize bir faydası olmayacağının da farkındayım." Çocuk anlamlı gözlerle sözlerimi bitirmemi bekliyor ve ardından kısa bir cümleyle hem beni, hem de kendini rahatlatıyor. "Merak etme. İyiyim ben." Aslında tam olarak öyle olmasa da, en azından öyle olmak istediğini anlıyorum ve yeniden arkamı dönüp yola devam ediyorum. 

GaiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin