79- ÖLÜM

3.2K 145 14
                                    





——————————



14 yıl..
14 yıl önce bu zamanlardı yine. Nazlıya bu zamanlar veda etmiştim. Gözlerimin önünden akıp gitmişti 14 yıl önce. 'Gitme' diye bağıramamıştım ona. İçimden geldiğince bağıra bağıra ağlayamamıştım. Çocuktum ya o zamanlar. Sanki çocukların birini kaybetmeye hakkı yok gibiydi. Sanki onlar ölüm nedir bilmezler gibiydi. Onlar sevdiklerini kaybetmez gibiydi. Ama kaybediyorlar işte. En çok çocuklar kaybediyor hemde.
Şimdi bakıyorum bugüne. Canım yine aynı acıyo. Urazın komada yattığı gibi acımıyor. Nazlının öldüğü zamanki gibi acıyor. Ölüm kokuyor heryer. Buram buram ölüm kokuyor burası. Ama tek fark var sanırım. Bu sefer susamayacağım. Çünkü kızım da susmamı istemiyor. 'Ağla anne.' Diyor sanki içimden. 'Bağır, çağır. Yık ortalığı ama içine atma anne." Diyor sanki. Daha karnımdayken bile beni anlamaya çalışıyor gibi. Ölüm kokan havadan bir nefes daha çektim içime. Çaresizlik nasıl bir şey diye düşünmeyin hiç. Hayatınızda değer verdiğiniz insanlar yavaş yavaş ellerinizin arasından kaybolup gitmeye başladığı an çaresizlik neymiş göreceksiniz zaten. Her şeyin çaresi var çünkü. Yok gibi görünse bile akıp giden zaman bile çare size. Ama sevdiğiniz insan için zaman bile durunca çareniz bitiyor. Birisi ölürken içinizden bir şeyleri alıp gidiyorsa çaresiz kalıyorsunuz. Hastane de hafif bir esinti var şu an. Çaresizlik esiyordu işte. Ölüm ve çaresizlik. Birbirlerine ne kadar yakışıyor bu kelime. Ah keşke yakışmasalar. Ama lanet olsun birbirlerini tamamlıyorlar resmen. Kafanızı kaldırdığınızda yıldızlardan bile tebessüm alamayacak hale geliyorsunuz.
Son çaresizlik şimdi savurdu saçlarımı. Omzuma dokunan el ile gözlerimi kapattım. O el neydi biliyor musunuz ? 'Daha çok üzüleceksin. Biz bile sana 'üzülme' diyemeyeceğiz. Çünkü üzülmeyi o kadar hak ediyorsun.' Diyor o el.

"Eylül."
Onun sesiydi bu. Çatallaşmış, kısılmış sesi ile tamda sevdiğim adamdı bu. Gözlerimi kehribarlarına çıkardım. Bir kehribar nasıl bu kadar yıkık olabilirdi ki ? Bir kehribar nasıl bu kadar acı kokabilirdi ? Onunda babaannesi gitmişti. Ailesinden biri gitmişti onunda. Yanımda olmak istiyordu, ama kendinde değildi ki benimle olsun..
Kolumdan tuttu ve kalkmama yardım etti. Sancılarım iyice artmış, karnım giderek büyüyordu. Elini tuttum sıkıca ve hastaneye girdim. Ölüm kokan hastaneye adım attım.
Herkes bir kenara sinmiş ağlıyordu. Bir tek Dedem ağlamıyordu. Donuk bir suratla kapıya bakıyordu. Ne ağlayabiliyordu, ne bağırabiliyordu. Öylece bakıyordu. Onu görünce göz yaşlarım daha çok akmaya başladı. Tutamamıştım işte kendimi. Dişlerimi sıktım sonuna kadar ve haykırışımı bastırmak için içime doğru inledim. Suratımı Uraz'a döndürdüm ve kafamı göğsüne gömdüm. Gözyaşlarım kendini çoktan bırakmıştı zaten. Nasıl 'durun ! Akmayın sakın!' Diyebilirdim ki. Onlarda gitmek istiyordu benden.
Kapı yavaşça açıldı ve herkesin suratı oraya döndü.

Kafamı sedyeye çevirdim. Bembeyaz örtü serilmişti üzerine. O an dizlerimin bağının koptuğunu hissettim. Haykırışlarımın arasından "Hayır." Diyebildim sadece. 'Hayır.' Diye sayıklayabildim. Daha sonra kapıdan Nazlı çıktı. "Nazlı !" Dedim daha çok ağlayarak. Onun yanına gidiyordu. Sedyenin başında durdu ve yürümeye başladı. Gözlerini bana çevirdi. "Nazlı götürme onu !"
Oturduğum yerden ayağa kalktım. Gitmesin. Sedyeyle birlikte gidiyordu koridorun sonuna doğru. "Nazlı !"
Boğazlarım yırtılacak gibi hissediyordum. Uraz kollarımdan tutuyordu. "Nazlı gitmeyin yalvarırım kalın burada ! Nazlı alma onu benden ! Nazlı gitme ! Nazlııııı !"

Koridorun sonunda durdu Nazlı ve kafasını bana çevirdi. Onu sadece ben görüyor olamazdım değil mi ? Gözlerinden yaşlar akıyordu. "Alma onu benden ! Gitmeyin nolursun !"

Küçük KadınWhere stories live. Discover now