0.6

3.1K 216 23
                                    

Ahu ÖZATA

"Kız evlat öz evlattır," sözünü ilk duyduğum gün insanlar abartmayı ne kadar seviyorlar, evlat evlattır işte diye düşünmüştüm. Şimdi ise hadi oradan diyesim geliyordu.

Bakışlarım elimde tuttuğum telefonun ekranına sabitlendi ve aramanın 3:06:09 saati bulduğunu görünce gözlerimin önünde siyah yuvarlaklar uçuşmaya başladı. Benden başka kim annesinin favori oğlu sevgili yaptığı için onu sakinleştirmeye üç saatini ayırırdı?

"Anne tamam ben Cenk'le konuşacağım dedim ya, sen sıkma canını. Şimdi kapatmam lazım, kimsesiz çocuklara yardım için kulüp etkinliğine yetişmem gerekiyor. Asu'ya da proje ödevi için link yolladım, baksın."

Annemin görüşürüz deme faslı bile yarım saat sürdüğü için bir taraftan aynadan saçlarımı düzeltiyor diğer taratan da ona laf yetiştiriyordum. "İyi Ahu. Baban beni dinlememek için kötüyüm deyip kanepede yatsın sen de annenin dertleriyle ilgileneceğine milletin sorunlarıyla uğraş kızım. Bravo sana. Bizim evimizde yeterince çocuk yok sanki."

Ya sabır çekerek gözlerimi kapattım, bir insan nasıl hiçbir yaptığımdan memnuniyet duymazdı? Ağzımla kuş tutsam bu neden deve kuşu değil, bir işi de düzgün becer diyecekti neredeyse. "Telefonu kötü kapatmak istemiyorum anne, en iyisi mi birbirimize küs konuşmayı sonlandırma-"

Kulağıma götürdüğüm telefonun yüzüme kapatıldığını fark etmemle derin bir nefes aldım ve "Neyse, iki gün boyunca aramaz en azından," diye söylendim. Anneme karşı her zaman saygımı korumaya çalışırdım ama bazen benim de sinirlerimin hopladığı anlar yaşanabiliyordu. Gerçi ben artık onun yaptığı çoğu şeye alışmıştım, ne kırılıyordum ne de yükseliyordum.

Kraliçe Asuman'ı memnun edebilmek imkansızdı çünkü ben doğuştan önümde eksik bir organla dünyaya gelmiştim.

Boş evden çıkmadan önce kapıyı kilitledim ve obsesifliğime yaraşır bir şekilde binadan çıkana kadar kapıyı kapatıp kapatmadığımı kontrol etmek için iki kez daha geriye döndüm. Üçüncüye de gideceğimi anlayınca telefonumu çıkarmış, kapının kapalı olduğuna kanıt bulabileyim diye fotoğrafını çekmiştim.

"Nihayet," diyerek serin havayı ciğerlerime gönderdim. Hayırlı evlat ve dikkatli ev arkadaşı sıfatlarına uygun davranmanın etkisi geçmiş olacak ki gittiğim yerin heyecanı yavaş yavaş kulaklarımı ısıtmaya başlamıştı.

Dün Cengizlerin kulübüne adımı yazdırmıştım, bugün de ilk etkinliğine gelmem söylenmişti. Bir rezalet çıkarır mıyım düşüncesine o kadar kapılmıştım ki ne ara kampüse gelip insanların içine karışmıştım bilmiyordum.

Öğrenci işlerinin bulunduğu binanın ikinci katına çıktım ve kalabalığa doğru yürüdüm. Kalabalık derken yaklaşık yirmi kişilik bir topluluktan bahsediyordum, öyle abartı bir katılım yoktu.

Acemiliği her halinden belli biri olarak en arkaya geçtim ve Cengiz- Furkan ikilisinin yanına gitmemeyi daha uygun buldum. Aktif bir kişiliğe sahip olmamanın kötü yanı da buydu işte, kendimi göstermek bile bazen beni geriyordu.

Neyse dedim içimden, en azından Cengiz'i görünce daha önceleri yaşadığım o abartı heyecan kaybolmuştu. Daha rahat solunum yapıyordum, bedenim de kontrol konusunda kendini beynime bırakmıştı. Hala kalbimin gölgesindeydi ama Olimpos kafede karşılıklı oturduğumuz günkü gibi panik halinde değildim.

Kulüp başkanı olduğunu düşündüğüm yaşça en büyük duran erkek öğrenci konuşmaya devam ederken gözlerim arkası dönük duran Cengiz'deydi. Hem anlatılanları dinliyordum hem de gözlerime ufak bir görsel şölen yaşatıyordum. Birinci sınıfta onu maksimum on kere görebildiğimden gözlerim ve ben bu ziyafeti çoktan hak etmiştik.

Ahu ile CengizOnde as histórias ganham vida. Descobre agora