3.4

2.1K 204 36
                                    

Ahu Özata

Şehrin göbeğinde, büyük bir kebapçı dükkanının ortasına kurulmuş sofrada oturuyorduk.

Bir yanda biz, diğer yanda da Mirza abi dedikleri adam vardı. Diğer tüm adamlar başımızda, daha çok abi dedikleri adamın arkasında dikiliyorlardı. Yol boyunca Cengiz ile telefondan mesajlaşmıştık ve vardığımız ortak kanı, gerçekten bizimle konuşmak isteyen bir ağır abi olduğuydu. Cengiz Timuçin'e canlı konum açarak gittiğimiz yerden haberdar ettiği için daha rahat hissediyordum.

"Şimdi gençler," dedi karşımda oturan ellilerinin başında gibi görünen adam. "İlk olarak soframızı bir kuralım, kursağımızdan iki lokma geçsin. Yoksa misafir edeceğiz dememiz havada kalır, bizde havada kalan söz itibarın üstüne düşer," Aman itibarınıza gölge düşmesin, diyemeyeceğim için sessiz kaldım. "Adana mı Urfa mı yersiniz?"

"Adana," diyen Cengiz'e döndüm. Gayet rahat bir şekilde cevap vermesi kaşlarımı kaldırmama neden olmuştu. Normal şeyler yaşıyorduk da ben mi evham yapıyordum, gelmiş burada adama Adana diyordu. "Siz?" dedi adam bu sefer bana dönerek. "Acısız olsun yeter," diye geçiştirmiştim ben de.

"Oğlum, şişleri çıkarıp getir. Şimdi misafirlerimiz yanlış anlamasın," dediğinde esprisine biz hariç herkes gülmüştü. Ben ise Cengiz'e bakmış ve zorla dudaklarımı yukarı doğru kıvırmıştım, o ise mimik oynatmamak konusunda kararlı gibi görünüyordu.

"Ee anlatın bakalım, neler yapıyorsunuz? Okuduğunuzu duydum," Cengiz adamın soru olmayan sorusuna karşı "Okuyoruz," diye kısaca karşılık vermişti. "Bölüm neydi?"

"Hukuk," cevabı ile adam kahkaha atarak "Bak işte, hasta olan adamın doktor ayağına geliveriyor. Hızlıca mezun olun da bizim davalara bakın be ciğerim, bu avukat tayfasının dallanıp budaklandırmasından vallahi gına geldi, yaka silktik." dedi. Devam etmeden önce de kebapları önümüze koyan adamların çekilmesini beklemişti. "Sen mert birine benziyorsun, ismi ile yaşarmış zaten insan."

"Eyvallah," dedi Cengiz beklenmedik iltifatı fazla umursamadan. "Memleket neredeydi ciğerim?" Bana bakarak sormadığından, üstüme alınmayarak sessiz kaldım. Zaten adam "Sivas," cevabını da hemen almıştı.

"Vay, vay, vay," dedi her birine garip bir tını koyarak. "Öyle söylesene be toprağım, benim ana tarafı Sivaslı, pek bir severim. Delikanlısı delikanlıdır he," diye kısa bir övgü turuna daha çıktığında, tüm bu ortama rağmen vallahi öyle be abi demek isteyen tarafıma sahip çıkmam çok zor olmuştu. "Eyvallah," diye cevap verdi tekrar Cengiz. Adam ise seri cevap ustası gibiydi. "Eyvallah bizden ciğerim."

Mirza denilen adam lavaşın arasına koyduğu etten şişleri çektiğinde "Ah be, kolestrol denilen bela olmayacak da sabah akşam yiyeceksin bunu." diye söylendi. Ne düşüneceğimi bilemediğim bu garip ortam bende çevreye bakma isteği doğuruyordu ama o kadar normal bir restorandı ki, alalede bir günde gelsem tahta masalar ve doğu esintili işlemeli halılar ile beğenebileceğim bir mekan bile olabilirdi.

"Fazla vaktinizi almadan, bizi neden çağırdığınızı öğrenelim biz," diye lafa başlayan Cengiz ile derin bir nefes verdim. Cenk ile ilgili olduğunu öğrendiğim andan itibaren huzursuzluk hissi her yerimde kol geziyordu. Bu çocuğun bir belaya daha bulaşmış olabileceği ihtimali bu sefer beni gerçekten yere yığabilirdi ve ben ayılıp bayılan tipleri kınayan Ahu Özata olarak, bu geceyi hastanede bitirebilirdim.

"Şimdi, kötü bir niyetimiz olmadığını anlamışsınızdır. Çakmak çakmak gözleriniz, zeki çocuklara benziyorsunuz." Ayranından bir yudum alarak, önündeki peçete ile dudaklarının kenarını temizledi. "Ahu hanımın kardeşi ile görüştük, pek bir saf pek bir temiz evladımız."

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now