2.8

2.4K 178 24
                                    

Ahu Özata

Çaresizliğin insana yeni çareler ürettirdiğine inanırdım hep. İnsan zorda kaldı mı çıkmaz denilen o yoldan çıkar, zifiri karanlığın içinde aydınlık bir sığınak da bulurdu.

En azından ben öyle zannediyordum.

Çaresizliğin insanın elini kolunu bağlaması, tüm kelimelerini susturması, içinde yükselen bir çığlık olup dudaklarının arasından süzülememesi. Tüm bu duygular benim için çok yeniydi.

Suda boğulmak üzere olan bir insanın yüzeydeki küçük bir yonga parçasına tutunmaya çalıştığını okumuştum bir yerlerde. Cengiz'e sarılana kadar ihtiyacım olanın o yonga değil, köküne sadık bir dal olduğunu ise yeni fark etmiştim.

"Ahu?" diyen Cengiz bana sarılmayı sürdürürken bir eliyle de sırtımı okşadığını ayırt edebiliyordum. Benden ayrılmadan kulağıma yakın bir yerlerde nefesini hissetmemin ardından "İyi misin?" dediğini de işitmiştim. Sorun ise ne cevap vereceğimi bilmememdi.

On dakika önce başıma gelenler, kardeşimin polisler tarafından götürülmesi, endişem, annemlere ne diyeceğimi bilememek, Cenk'i nasıl kurtaracağımın hesabını yapmak. Tüm bunları düşününce iyiyim demek zor geliyordu.

Sessizliğimden mi bilmiyorum, Cengiz sırtımda olan elini önce yukarı doğru kaydırmış, toplu olan saçıma dokunduktan sonra da durağını yanağım olarak belirlemişti. Ben de istemeyerek de olsa bir adım gerilemiş, yüzüne bakmak zorunda kalmıştım. "Ne oldu? Neden buradasın?"

Gözleri benimkilere sabitliydi, normalde ona bakacağım bir iki saniyenin bile peşine düşerdim ama bu sefer yapamamıştım. Gözlerimi adliyenin tavanına çevirip derin bir nefes verdim.

Ben neden buradaydım ki?

Nasıl diyecektim?

Nasıl anlatılırdı?

İnsan kardeşinin evinde iki kilo eroinle yakalandığını, suçsuz olduğu ortaya çıkacak rahatlığıyla duruşmaya geldiğini, sonucunda da yine kardeşini nezarete uğurladığını nasıl söylerdi? Nereden başlanırdı?

Yüzümdeki elini umursamadan kafamı geri çektim, o da elinin yönünü tekrar belim olarak belirledi. Bir şey söylemeden kaçmaya çalışsam bırakmayacağının sinyallerini alıyordum sanki.

"Cengiz, ben bir su alayım. Siz de kantinin bahçesine inin, orada buluşalım?"

İkimize ait olmayan sesin sahibi konuştuğunda Cengiz "Tamam Timuçin," demiş, bir süre daha sessizce bekledikten sonra "Cenk mi?" diye sormuştu. "O gün seni aradığında bir şey oldu değil mi?"

Gözlerimi çevirdiğim tavan üstüme yıkılacak gibi hissettiğimden bakışlarımı aşağıya, Cengiz'in yüzüne doğru indirdim. Henüz ne söyleyeceğimi bilmediğimden kafamı aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim.

"Tamam," dedi gözlerini benimkilerden çekmeden, sonra da belimdeki elini oynatarak net bir sesle sözüne devam etti. "Hallederiz."

Benden tepki beklercesine yüzüme baktığında ufaktan titremeye başlayan dudaklarımın sabit kalması için birbirine bastırdım ve "Tamam," dedim tekrar ona doğru çekilmeden önce. Benim için güvenli bir dal görevi gören göğsüyle kafam tekrar buluştuğunda daha rahat nefes alıyordum. En azından artık ciğerlerime su doluyor hissi yoktu.

Az önceki kadar uzun olmayan sarılmamız "Aşağıya inelim mi?" sorusuyla bölündüğünde "Olur," demiş ve Cengiz'in de yönlendirmesiyle adliyenin bahçesine inmiştik. Elinde sularla bekleyen Timuçin'i gördüğümde alışık olmadığım bu yerde en azından yabancılık çekmemeye başlamıştım.

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now