3.5

2.2K 180 64
                                    

Satır arası yorum yapın da bi şenlenelim ayol djdkfkdkdk

Ahu Özata

Hapishane kavramının ne demek olduğunu ve nasıl hissettirdiğini bilmeden önce buranın daha katlanılabilir bir yer olduğunu düşünürdüm hep. Mesela avukatlık mesleğini seçmediğim dönemde insanlara zarar vermiş kişilerin ıslah edildiği bir mekandı burası benim için. Şimdi ise gerçekten suçu olmadan içeriye düşmüş insanların kurtarılması gereken dört duvardan ibaretti.

Fazla dram yapıyor gibi gözükmek istemiyordum ama bir Cumhuriyet Savcısı iddianamesini düzenlerken kardeşim hakkında on iki yıl hapis cezası istiyorsa tedirginliğim ve bakış açımın değişmesi mazur görülmeliydi.

"Cengiz, geçen sefere göre biraz soğuk mu burası?" diye sordum ufacık pencereden içeriye süzülen ışığa bakarken. "Üşüdün mü?"

Ben konuşmadan önce yüzümde sabitli duran gözleri sorumla aşağıya doğru kaymış, vücut ısımı bakışlarıyla derecelendirebilecekmiş gibi tüm bedenimde dolaşmıştı. Masanın üstünde duran ellerimi birbirine sürttüm ve "Üşüdüm galiba," dedim.

Cengiz elini masanın üstüne çıkarttı, ellerimin soğukluğuna bir de kendininkilerle şahit olduktan sonra "Bana aynı gibi gelmişti ama gerçekten üşümüşsün," dedi. "Montumu vereyim," diyerek üstündekini çıkartmadan önce elimi koluna koydum ve hayır anlamına gelecek şekilde kafamı salladım. "O yüzden söylemedim, sanırım Cenk için endişelendiğimden vücudum tepki gösterdi. Isınırım onu görünce."

İkna olmuşa benzemeyen Cengiz montunun tek kolunu çıkarttı, ona istemediğim hakkında yineleme yapacakken kapıdan gelen sesle ikimiz de olduğumuz yerde bir an durakaldık. "Eyvallah Mahmut Abi," diyen Cenk'e benzer çocuk konuştuğunda gardiyan adam onun sırtını patpatlamış, "Sana bir güzellik yapıp on beş dakika ayarlayacağım Cenk kardeş," dedikten sonra da "Tekrar Eyvallah abi," minnetiyle yanımızdan uğurlanmıştı.

Omuzlarının üstünde duran nereden geldiğini bile bilmediğim kaşe montu, beline kadar uzanan saçlarının yerini alan üç numara bir kafa, kirli sakallar ve kumaş pantolonuyla karşımda dikilen erkek görsel zekamın tanımlamakta zorluk çektiği biriydi. Ayağa kalkıp kollarını beklemeden bu çocuğa saran iç güdüm ise ablalıkla alakalı bir dürtünün sözünü dinliyor olmalıydı.

"Güzelim," diyen Cenk(?) konuştuktan sonra yanımda oturan Cengiz'in de ayağa kalktığını, "Allah çok büyük," diyerek sessizce yaratıcımıza övgüler sunduğunu işitmiştim.

"Neden kalkıp geldin buraya kadar, çocuklara söyleseydin seninle iletişime geçerlerdi," diyen kardeşime sarılmayı kestim ve bir adım geri çekilerek yeni imajına gözlerimi alıştırmaya çalıştım. "Selamun aleyküm hafız."

Kardeşim, Cengiz'le selamlaşırken sevgili arkadaşım yeni görüntüden çok hoşnut kalmış gibi gülümsedi ve "Aleykümselam hocam," dedi. "Baya yakışmış, elin yüzün açılmış."

"Eyvallah." Cenk otuz iki dişini gözlerimizin önüne serer diye düşünüyordum ama ufak bir tebessümle üstündeki kaşe montu düzeltti ve nereden çıktığını anlayamadığım tespihiyle önce kendi oturdu, sonra da bize oturmamız için işaret yaptı.

Tam olarak bir köy ağası gibi davranıyordu.

"Bu halin ne senin?" diyerek durumu anlamlandırmaya çalışıyordum ama benim enayi kardeşim "Büyüklerimiz böyle uygun gördü, biz de sözlerini dinledik," açıklamasıyla bir şoku daha kulaklarıma ulaştırmıştı.

Hapishanenin insanları ıslah etmesini beklerken, Allah ıslah etsinlik insanlara dönüştürmesi halis miydi yoksa ben rüya mı görüyordum emin değildim. "Hangi büyüklerinmiş onlar?"

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now