1.7

2.7K 175 94
                                    

Cengiz Asoğlu

"Cengiz!"

Gözlerim ismimi duyar duymaz istemsizce sesin geldiği yere çevrildiğinde, abimin mutfak masamızda her zamanki yerinde oturduğunu görmüştüm. "Gelsene oğlum, bitecek bak." dediğinde adımlarım kendi yerime doğru ilerledi.

Her zamanki gibi oturacaktım, yerim dolu olmasaydı.

"Gerçekten eline sağlık kızım," diyen Selma Sultan, Ahu'nun omzunu sıvazladı ve bana masanın başını gösterdi. "Otur artık Cengiz, tepemizde dikildin kaldın."

"Ne iyi ettiniz de geldiniz," diyen amcam büyük bir gülümseme ile Ahu'ya bakıyordu. "Amca sözü dinle işte Cengiz, bak ne kadar güzel oldu buraya gelmeniz."

Amca sözü mü?

Küçüklüğümden beri amcama başkalarının yanında 'baba' derdim. Bunu isteyen de kendisiydi, beni daha yanlarına gelmemden birkaç ay sonra yanına oturtmuş ve diğer insanlara açıklama yapmak zorunda olmadığımı anlatmıştı.

Babanın yerini almak gibi bir niyetim yok Cengiz'im, bana gönül koyma sakın derken titreyen sesi hala kulaklarımdaydı. "Cengiz sizinle tanışmamı çok istiyordu ama müsaitlik olmadı efendim."

Ahu'nun naif sesine karşılık abim güldü. "Bak bak, nasıl da koruyor. Aferin kız, tuttum seni." dediğinde Selma Sultan koluna sağlam bir tane geçirdi. "Düzgün konuş kızla, kaçıracaksın bir daha da sarma yüzü falan göremeyeceksin."

Kahkahalarla dolu bir sohbet, bir öğlen vakti zahmetsizce devam ediyordu. Masada otururken, sarmaları yerken, konuşmaya katılırken yabancılık hissi kayboluyordu ve anlamsız detaylar gözüme batmamaya başlıyordu.

"Ahu'ya lavaboyu göster Cengizciğim," direktifi ile ayağa kalktım ve Ahu'nun da ayaklanması ile önden koridora adım attım. Banyoyu gösterdiğimde gülümseyerek girmiş ve kapıyı kapatmadan açtığı çeşmenin altına elini sokmuştu.

"Ne tatlı insanlar," dediğinde onu onayladım. "Öyledirler." Elini yıkamayı bitirip, kenarda duran kağıt havludan kopardığında bana döndü. "Onlara teşekkür etmek isterdim Cengiz."

"Neden?"

"Seni ben gelene kadar yalnız bırakmadıkları için."

Gözlerim kulağımda çınlayan cümleyle Eskişehir'deki odama açıldığında, yataktan doğruldum.

Ne garip bir rüyaydı.

Üstümdeki yorganı iterken, başımı ovuyordum. Odamdaki saat dokuzu gösteriyordu, sekiz saattir uyuyor olmalıydım ama hiç dinlenmiş hissetmiyordum.

Biraz ayılırım umuduyla yaptığım kahveyle birlikte, salona doğru yol aldığımda evdeki sessizliği bölen bir iki tıkırtı duymuştum. Furkan ya da Timuçin uyanmış olmalı, diye düşünerek salondaki üçlü koltuğa elimdeki kahve fincanıyla oturdum.

Gözlerim duvardaydı, damağımda içtiğim kahvenin tadı vardı ve aklımda da gördüğüm rüya dönüp duruyordu.

Ailemi bilen yalnızca bir kişi vardı, o da Timuçin'di. Kimseye olanları anlatma gereği duymamıştım, şimdiye kadar hiç kimseye bunu anlatma ihtiyacı hissetmemiştim. Bir kez bile, Timuçin haricinde birine bundan bahsetmek aklımın ucundan geçmemişti.

Şimdiye kadar.

Derin bir nefes vererek, kahve fincanını çektiğim sehpanın üstüne koydum. Gerçekten Ahu'ya bundan mı bahsetmek istiyordum? Onu evime götürmek, minnet duyduğum insanlarla tanıştırmak ve birlikte o sofrada oturmak mı istiyordum?

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now