1.4

2.5K 182 80
                                    

Ahu ÖZATA

Hayatımız boyunca pek çok sorunun cevabını bulamıyorduk. Mesela özgür irade gerçekten var mıydı, biri ben her zaman yalan söylerim dediğinde doğruyu mu söylemiş sayılıyordu ya da kader mi aşkı kovalıyordu aşk mı kaderi?

Derin bir iç çektim ve Sare kilitli kapımızı açtığı esnada en arkada beklemeye devam ettim. Gözlerimi bir saniye bile Cengiz'in sırtından ayırmıyordum; arkadaşı için endişelenmesini, ona olan bağlılığını, arada bir bakışlarıyla iyi mi diye Timuçin'i kontrol edişini, kısacası her şeyini izliyordum.

Sanırım aşk şefkatli bir yürek arıyor diye boşuna demiyorlardı, ben de tıpkı annem gibi onu babama aşık eden aynı yolda yürüyordum.

Kalabalığı seven biri için fazlasıyla tenha bir yoldu burası, ucu bucağı da yoktu, git git bir yere varamıyordun.

Yine de manzarası güzeldi, insana yürümeyi sevdiriyordu; yoruldum artık dinleneyim diye düşünürken gördüğünden daha güzel sokaklarım var dediğini işitiyordun, bir de bakmışsın ki bahsettiği yerleri bir an önce görebileyim diye koşuyorsun.

Ben eşine delicesine aşık bir kadının büyüttüğü kız çocuğuydum, annemin aşkı öylesine büyüktü ki bazen babamı kıskanarak uyuduğum gecelerim olurdu. Çünkü o zamanlar sevginin farklı farklı türlere bürünüp kalbimizde yer edineceğini bilmiyordum.

Bana göre annem içindeki tüm sevgiyi az çok demeden babama verirdi, ben de babamın ruhunda biriken o sevgiden payımı almaya çalışırdım. Annemin girdiği o yol benden çocukluğumu almış, bir tarafımı hep eksik bırakmıştı.

Şimdi düşünüyordum da hayat sahiden de acımasızdı, nefret ettiğin o yola kendi ayaklarınla seni bir daha getiriyor, gözünün yaşına bile bakmıyordu.

Az önceki soruların ve daha bir çoğunun cevabını bilmiyordum ama yaşamın Cengiz'le beni bir araya getirip ayırırken özgür iradelerimizi pek dikkate almadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim. Üstelik kader mi kovalıyordu aşk mı bilmiyorum ama bir şekilde ona doğru koşuyordum işte.

"Ahu montları alsana kuşum," Sare'nin sesiyle girdiğim düşüncelerin içinden çıktım ve hızla kafamı aşağı yukarı salladım. "Alayım," dememe rağmen Cengiz beni duymazdan gelmiş, önce kendi montunu daha sonra da Timuçin'inkini vestiyere asmıştı.

Ona gülümseyip Batuhan'a yöneleceğim esnada ise eliyle bileğimi tuttu, sonra da hemen çekerek sırtıma yerleştirdi. Bana eğilmesinden bir şeyler söyleyeceğini anladığım için onunla beraber salona doğru adımlamıştım. "Konuşamadık, baban nasıl oldu Ahu?"

Aramızdaki boy farkı yüzünden eğiliyordu, buna gerek kalmasın diye kafamın yönünü yukarı doğru çevirdim. "Çok daha iyi, beni Manisa'ya götürdüğün için bizzat arayıp teşekkür etmek istiyor hatta."

Cengiz söylediğim onu şaşırtmış gibi önce kaşlarını kaldırdı, sonra da hoşuna gitmiş olacak ki içten bir şekilde gülümsedi. "Ben de kendi ailemi görmüş oldum, teşekküre hiç gerek yok," dedi ve diğerleri koltuklara otururken "Bu arada babanın iyi olmasına çok sevindim, tekrar geçmiş olsun," diye de ekledi.

Aramızdaki konu kapanmasına rağmen birkaç saniye gözlerimi onunkilerden çekemedim, o arkasını döner ve benden uzaklaşır diye düşünüyordum ama şaşırtıcı bir şekilde beklediğim yaşanmamıştı. Yani en azından hür iradesiyle değil de Timuçin'in "Gülüm, gel şöyle yanıma," demesiyle gözlerini benimkilerden çekmişti.

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now