0.9

2.6K 169 38
                                    

Ahu ÖZATA

Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan insanların öğrencilik hayatında yaşadığı, klasikleşmiş ve hemen hemen hepsinin başına gelen benzer olaylar vardı.

Dört yıllık öğrencilik hayatının sonunda artık alışılan, benim gibi ikinci sınıf öğrencilerinin ise yaşarken küfür etmeye devam ettiği hadiselerdi bunlar.

Yaşanmak zorunda olan bu klasiklerin başında ise şunlar vardı: yemekhanede balık çıktığı gün, yaklaşık otuz metre dışarıya taşan sıranın sonuna girmek; soru soran takıntılı hocanın dersinde, iki yüz kişi arasından fark edilmeyeyim diye siyah giymek; ders seçimi yaparken, iyi hocaları alabilmek için saat 00.00'da bilgisayarın başına geçmek ve buna rağmen istediğin hocayı asla denk getirememek; sınava bir ay kala, erkenden kütüphaneye gidip yer kapmak.

Bugün de yaşamak zorunda bırakıldığım o klasik anlardan birindeydim. Bir ay sonra sınavlarımız başlıyordu ve çoğu hukukçu gibi ben de karga bokunu yemeden kütüphaneden yer kapabilmenin peşine düşmüştüm.

Başarmıştım da, ta ki on beş dakika yemek yiyip, tuvalete gittim diye yerime başkası oturana kadar.

İkinci katın pencere kenarından kaptığım yere uzaktan bakarken sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Ben sabahın köründe buraya gelip uykusundan feragat eden biriydim, karnımı doyurmak için bile zaman bulamamıştım. Midemden ses gelmesin diye yerimden on beş dakika ayrılmamı ve poğaça yememi fırsat bilmişlerdi, şerefsizler.

Kütüphanede hala boş yer olmasına rağmen benim yerime çöken oğlana nasıl atarlanacağıma karar verdiğim sırada, masanın üstüne bıraktığım kitaplarımın yere koyulduğunu gördüm.

Ağzına sıçayım, Fikret Eren'in Borçlar Genel kitabını da yere koymazdın ama! 550 liraydı o kitap!

Adımlarımı hızla cam kenarında oturan çocuğa yönelttim, Nisan da geç geldiği için daha arkalarda ve benimkine nazaran kötü bir masada oturuyordu. Özenle kaptığım yere başka birinin oturduğunu görseydi katiyen izin vermezdi.

Yere bırakılan iki kitabımı da kucakladım ve sandalyeme oturan çocuğun kibarca omzuna dokundum, önceliğim insan gibi konuşmaktı. Kelimelerin gücüne inanan biriydim, yılanı bile deliğinden çıkaran tatlı dildi ne de olsa.

Güya ders çalışan çocuk dokunduğum omzuna kısa bir bakış attı ve kulaklığını çıkartarak, bana tek kaşını kaldırdı. Onu rahatsız eden bir tür sineğe bakıyor gibi yüzü buruşmuştu, şu durumda kimin çekilmez olduğu gayet açıktı. Yine de kibarlığımı korumaya gayret gösterecektim.

"Sadece on beş dakikadır yokum, kitaplarımı yere atmak için yarım saat kuralına uymanız gerekiyordu." Gözlerimi bulunduğum katta gezdirdim ve elimle arka tarafları işaret ederek "Üstelik oturacak bir yer de bulamamanız lazımdı, sanırım fark edemediniz," dedim.

Dört katlı bir kütüphanedeydik, ikinci katta bile oturulacak yer varsa giriş katın boş olduğuna bakmadan dahi yemin edebilirdim. Hadi insanların bana saygısı yoktu, onu anlayabiliyordum ama Fikret Eren'in 550 liralık kitabı da yere atılmazdı yani.

"Yarım saat doldu, yürü git nereye şikayet ediyorsan et beni."

Tekrar kulağına kulaklığını taktı ve beni tamamen yok sayarak müziğini açtı. O kadar illet bir tipti ki açtığı şarkıyı kulaklığa rağmen duyabiliyordum.

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now