4.8

2.2K 194 27
                                    

Ahu Özata

Yorgunluktan ölüyordum.

Saat akşamın altısıydı, Furkan ve ben büroda Ahmet Hoca'nın yazmamızı istediği dilekçe için Yargıtay kararı bakıyorduk. Normalde hiç bu kadar geç saatlere kadar çalıştığımız olmazdı, hele saat sabahın yedisinde Ahmet Hoca tarafından buraya çağırılmak ikimiz için de hatta dördümüz için de şok ediciydi.

Yukarı katta Nisan ve Batuhan işlerin bir kısmını halletmeye çalışıyordu, Allah'tan bizim işin bir kısmını bölüştürmüşlerdi de bir de iş davasına mesai harcamayacaktık. Gerçi burada bir mesai harcayan varsa o da bendim, Furkan yaklaşık bir saattir masaya kafasını koymuş, tek gözü kapalı diğeri ise açık bir vaziyette benim tezlerimle ilgileniyordu.

"Ahu boşuna uğraşıyoruz," dedi Furkan, ona kalsa büroda hazır biz yalnızken parti yapalım teklifiyle gelecekti. "Kadın neye imza attığını bilmiyor ki, kocasına güvenmiş ne getirdiyse onay vermiş. On gündür yemeden içmeden bu meselenin peşindeyiz, bir şey çıkmıyor işte."

Masanın üstündeki at biblosunu eline aldı, ne zaman yaptığını anlamadığım çöp adamını üstüne oturttuğunda erkeklerin zeka yaşının hep beşte kaldığına emin olmuştum. Asla büyümüyorlardı. "Hiçbir çözümü yoksa Ahmet Hoca bu işi bugün halledin demezdi diye düşünüyorum Furkan," dedim, on küsür saattir buradaydık, sabahlasak da çözebilecek miydi orası muammaydı.

Atıyla oynamayı bırakan Furkan elini çenemin altına koydu, yüzümü kendine çevirip gözlerime baktı ve kafasını iki yana salladı. "Ya kızım gözlerine yazık. Şuna bak, kıpkırmızı olmuşlar. Değer mi elin saçma sapan imzası yüzünden gözlerinden olmaya?"

Kafamı geriye çektim, göz devirirken harbiden de pınarlarımda bir ağrı hissetmiştim. Allah'tan Furkan insafa gelmişti de "Neyse ver şunu," diyerek önümdeki leptobu kendine çevirmişti. "Biraz da ben bakayım. Hayır ben anlamıyorum, madem bu kadar zenginsin karından ayrılmanın planlarını yapıp on binlik nafakanın da peşine düşmezsin be adam. Hem ayrılacaksın bari kadının üstüne şirket kurma. Tüm borçları yıkmış."

Kendi hemcinslerinin neler yapabileceğini yeni idrak eden Furkan ofladı, kadının haline üzülmektense "Bu kadar saf olmasaydın sen de ablacığım bitirdin bizi," diye de kadına yükleniyordu. "Okuma yazman var çok şükür, latin alfabesine de geçeli neredeyse yüzyıl oldu. İnsan bir okur, kocam ne getirdi, neye imza atıyorum der."

O kendi kendine söylenirken ben de mutfağa yöneldim, ikimize kahve hazırlayıp geri döndüğümde Furkan'ın suratı gerçekten de beş karıştı. "Mahkeme bu adamın yoksulluk sınırının altında kaldığına nasıl karar vermiş hala anlamıyorum, adamların düğün fotoğraflarına baktım şimdi. Çırağan Sarayında evlenmişler neredeyse."

"Bütün malvarlığını dostunun üstüne yapmış, borçları da benim üstüme yıkmak için paravan şirket açmış dedi ya Arzu Hanım," diye hatırlattım Furkan'a. Olaydan nasıl bir koptuysa hafızası da gitmeye başlamıştı. "Arzu Hanımın saflık derecesine inanmadı bence hakim, bu kadar da olmaz diye düşündüğünden adamı haklı buldu."

Söylediğine güldüm, "Bence en mantıklısı evlenirken evlilik sözleşmesi yapmak," dediğimde Furkan okuduğu Yargıtay kararından gözlerini bana çevirdi. "Harbi mi?"

Neye şok olmuştu bilmiyordum ama kahvemden bir yudum alıp kafamı onaylar anlamda salladığımda "Vayy," demişti. "E hadi adam senden daha zenginse, o zaman zararlı çıkarsın?"

"Aman onun parasına mı kaldık, elimiz ayağımız tutuyor çok şükür. Ayrıca baksana," dedim Arzu Hanım'ın bize gönderdiği aile saadeti temalı fotoğraflardan favorimi açıp. "Eşine böyle aşkla bakan bir adam bile karısını aldatıp dostuyla para yemek için kaç takla atmış, az olsun ama öz olsun. Gerek yok."

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now