❄ 6. BÖLÜM ❄

4.4K 363 60
                                    

Mehir, karanlığın arasından sür'atle uzaklaşan lacivert, üzeri altın işlemelerle kaplı hızlı trene bakmak yerine başını gökyüzüne çevirdi. Yaşadığı çorak topraklardan farkı yoktu. Koyu ve ağır duman halkası, tuhaf şekiller çizerek dalgalanıyor, genzini yakıyordu. Saçlarını savuran sıcak havaya rağmen nefes almaya çalıştı ve tozdan dolayı buğulanan gözlerine kolunu kapatarak derin derin soludu. Lakin kulaklarındaki kasıntı bir türlü uzaklaşmıyordu.

Gözlerini yukarı çevirdi yeniden.

İşte o an ömrü boyunca karşılaşmadığı devasa yaratıkları gördü. Mavinin, kızılın ve gümüş renginin hakim olduğu kanatları ile göğü arşınlıyorlardı. Attığı korkunç çığlıklarla birlikte bir köpeğin sivri çenesini andıran ağızları kocaman açılıyor, sivri dişleri özgürlüğe kavuşuyordu. Gözleri altın rengindeydi. Kimininki beyaz, kimininki ise kırmızı ve yeşil arasında gidiyordu. 

Gözleri az ileriye kaydı Mehir'in. Kuş olarak nitelendirdiği bu hayvanlardan uzakta, yalnız uçan bir kuş daha vardı. Tıpkı diğerleri gibi yeri göğü inleten çığlıklar atıyor, birilerine haber verir gibi geriliyordu. Kantları tarif edilemeyecek kadar büyük ve sivriydi. Her bir kanadında sivri bir buz parçası barındırıyordu sanki. Çırptığı zaman, geniz yakan kumları gökyüzüne savuruyordu. Gözleri diğerlerinden farklıydı. Kahve ile sarının karışımı olan bakışları sürekli yer değiştiriyordu.

Göz göze geldiler.

Mehir'in meraklı ifadesi buz kesti. Nefesi daraldı. Öyle keskin bakıyordu ki yutkunamadı. Ne gözlerini alabildi ondan ne de bakmayı sürdürebildi. Bir ikilemin arasında kalakaldı. Kuş ağzını açtı. Mehir ise onun gözlerine. Ve bir çığlık sesi duyuldu gökyüzünde. Kendisine bakan ela gözlerin bakışları yenilgiye uğrayarak geri çekildi. Kuş, diğer kuşların arasına karışarak izini kaybettirdi. 

Yüreğindeki can yakıcı kavranış ile ayıldı Mehir. Bakışlarını, yüzündeki tuhaf ifade ile diğerlerine çevirdi. Arden kendisine baktığını fark ettiğinde onu umursamadı. İki adım daha atarak kapıya ulaştı.

Karşısında, sınır kapısı olarak adlandırdığı  devasa bir anıt vardı. Tıpkı katedralleri andıran sivri uçları gökyüzüne doğru uzanıyor, bulutların arasında kayboluyordu. Koyu kahveydi. Gotik mimarinin izlerini taşıyan, tuhaf figürlerle dolu altından bir yapı gibiydi. İşlemeleri göz alıcıydı. İki sivri yapının arasında kalan duvarda az önce gördüğü kuşların ağızlarına benzer garip bir figür vardı. Fotoğraflarda gördüğü Venedik Karnavalları'nı anımsatmıştı ona. Veba salgının izlerini taşıyan maskeler gibi. Hastalıklı bir detay çizilmişti kapıya. 

Kendi gruplarındaki diğer on bir kişi de geniş ve gökyüzüne doğru uzanan anıtsal kapının önünde beklerken diğer gruplarla göz teması kurmak gibi bir çabası yoktu Mehir'in. Zaten her kafadan çıkan başı boş gürültüler de buna oldukça yardımcı oluyordu.

Devasa kapının önünde destelerce dizilmiş toplam otuz grup vardı ve hepsinin gözü de, istisnalar hariç, kapının ardındaki teknokentteydi. Arkalarındaki kurak bölgenin aksine bu kapı onlara yeni bir hayatı bahşediyordu. Kaderlerini kendileri yazacaktı. Ya başarıp bu sefil hayattan kurtulacaklardı ya da... Sefil hayata son nefeslerinde muhtaç olarak öleceklerdi. Bazen mutluluğu parada aramak yerine sevdiklerine bakmalıydı insan. İnsan...

Konuşulan farklı diller Mehir'in kafasını karıştırsa da pek üzerilerinde durmadı ve kendisine tek kelime etmeden kapıyı belirsiz bir şifreyle açan güvenliğe gözlerini dikti. Yüzü maskeli adam çabuk hareketlerle kapıdaki kilidi çözmüş ve elinden ne zaman çıkardığı belli olmayan ışık haznesini kapıya yöneltmişti. Adam orada işini halletmeye koyulurken birden kapı gıcırdayarak açılmaya başladı. 

Asperatus Nevm ✓Where stories live. Discover now