❄ 52. BÖLÜM ❄

1.7K 218 34
                                    

Öyle bir duygudur ki aşk.

Bazen bütün hücrelerinizi, ruhunuz dahi duymadan yer bitirir. Çözümünü bulamazsınız bu amansız hastalığın. Sizi en gafil, en hassas, en yoğun zamanlarınızda yakalar. Ufacık bir umuda tutunmak istediğiniz zamanlarda bir iblis gibi çıkar, karşınıza. Beyaz kanatları önce büyüler sizi. Gözlerindeki karanlığı göremeyecek kadar körleşirsiniz. "Canı cehenneme, her şeyin! O var!" dersiniz. "O var işte. Gerisinin ne önemi var." Oysa onun varlığı, sizi vakitsiz tüketir. Bir adımlık mesafe, bir ışık yılı kadar büyür aklınızda. Nefesiniz yokluğunda sıkışır. Karşısında nutkunuz tutulur. Yediğiniz yemek bile o olmuştur zamanla. Fark edilmez ama o yaşıyorsa yaşıyorsunuzdur. Sizi, sizle vurduğunu... Ne yazık ki gittiğinde anlarsınız. İşte o vakit. Aranızdaki karlı dağlar, bir çığ gibi büyür. Kalbiniz yoktur. Yoktur çünkü, kendinize acımadan vermişsinizdir onu, onun ellerine. Sizin sahip çıkamadığınız yüreğiniz, onundur ve o, tıpkı bir bencil gibi, kalbinizi de kendi yabancılığına sürüklemiştir.

Bazense düştüğünüz zaman sizi yerden kaldıran, elinizi tutup kanayan dizinizi okşayan, gözlerinizden kayıp düşen damlaları öperek kendi içine hapseden, acınızı acılarına katan müthiş bir duygudur. Kalbinizdeki mimoza, onunla çürür. Alyuvarlarınıza öyle bir tutunur ki... İçinizde fokur fokur kaynayan kan odur. Onun gözleridir sevmek, onun sesidir yaşamak, onun nefesidir beklemek, onun her şeyidir aşk. Kalmayan gücünüze kalbi ile tutunur. Yaşamayı öğretir zamanla. Nefes almak bile bir başkadır. Gözünüze çarpmayan o ufak ayrıntılar, onunla büyümüştür. Tıpkı sizin usul usul büyümeniz gibi...

Aşk...

Yaşamayı da ölmeyi de aynı anda hissettirir aslında.

Araftasınızdır.

Genç adam, Mehir'in gözlerinden akan damlaları baş parmağı ile yavaşça sildi. Kendi gözlerinden dökülen yaşları fark edemeyecek kadar seviyordu. Tuttuğu nefesi ağır ağır verdi ve tüm acılara, tüm yüklere rağmen kocaman gülümsedi. Dudakları yavaşça kıvrıldı. Alnını örten sarı saçları, buğulu ela gözleri ve ince dudaklarına düşen tuzlu damlalar, onu ne kadar acınası gösterse de, o her şeye inat gülümsüyordu.

"Yakışmadı bize Mehir."

Mehir'in göz yaşları usul usul beyaz teninde kaydı. Fakat o inatla silmeye devam etti. Kendi dağınıklığı umurunda değildi, o an. Nasıl göründüğü, ne yaptığı... Hiçbir şey umurunda değildi.

"Buraya gelirken kendime bir söz vermiştim." Yeşil gözlerin içine, kızarmış gözleri ile baktı ve gülümsedi. "Kazanan biz olacaktık." Eli ile gökyüzünü gösterdiğinde dişlerini sıkmıştı. "Asperatus bizim adımızı haykıracaktı." Ela gözlerini uçan bekçilerden çekmeden devam etti. "Yerin dibine göndermek istedikleri Türkler, kazanan olacaktı. Bir değil. İki kişi birden bağıracaktı Dünya'ya bağımsızlığını. Hür olacaktık, Mehir. Sen değişecektin, en önemlisi. Sana gülümsemeyi öğretecektim ben."

Nefes almaya çalışırken gözlerinden bir damla daha süzüldü ve çenesinden siyah atletinin askısına kaydı. Başını halen Mehir'e çevirmemişti. "Bizlere ağlamak yakışmıyor. Bizlere kazanmak yakışıyor." Gözlerini zümrüt yeşili gözlere kenetledi. "Gönül isterdi ki seninle kazanalım. Ama kader." Sustu ve gelen anons sesi ile genç kıza yaklaştı. "İster sen, ister ben. Bir Türk, Asperatus'a sahip olacak." Omzunu tuttuğu Mehir, kendisine gülümseyerek bakan adama kırık bir gülümseme yolladı. Arden'in gülümsemesi daha da genişlediğinde Mehir'e son kez sarıldı. Başı sevdiği kızın saçlarına indiğinde burada ömür boyu nefes alabileceğini biliyordu.

"Sözümü tutmama yardım ettiğin için teşekkür ederim. Bir gün başka bir dünyada yeniden çıkacağım karşına. İşte o zaman. Söz ver bana. Bu sefer sevgime karşılık vereceksin."

Asperatus Nevm ✓Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum