❄ 76. BÖLÜM ❄

1.9K 181 40
                                    

Şeffaf bir oda. Varlığın söz konusu olmadığı, ancak yine de mevcudiyetin yok sayılmadığı dört köşeli, içi boş bir kutu. Görüp görünebilecek her yer algısızlık ile boyanmış gibi. Zaman akıp gidiyor. Yelkovan, akrebin peşinde. Kulak tırmalayıcı bir sesin altında usul usul akıyor vakit. Tik, tak, tik, tak... Bir sonu yok bu döngünün. Ne kızgın bir dereye karışıp, güpür güpür çağlıyor, ne de akmayı kesip bu kısır döngüye bir son veriyor.

Fakat ne zaman sonra bir güneş doğuyor, tepeden. Odanın boş bir köşesine, hızla çarpıyor ışık huzmesi. Bir taraf, güneşin tüm ışıltısına rağmen hala karanlık. Reddediyor bu yeni metamorfozu. Uzaktan bakıldığı vakit, birbirlerine ne kadar zıtlarsa, yakından bir o kadar tamamlayıcı olduklarını fark ediyorlar neden sonra. Ne karanlığın bir anlamı var aydınlık olmadan ne de aydınlığın bir tarifi var karanlık bilinmeden. Bu beşeri dünya da, ikisi de birbirinden ibaret. Ne var ki karanlık, aydınlığın üzerinde yalnızca bir gölge.

Kimine göre...

Birbirlerinden bir farkı olmayan ancak yine de karanlıktan korkulan bir dünyada yaşıyoruz ve bu korku, yalnızca kalıplaşmış söylemlerle üzerimize çekilen bir perde. O perde inip sahne başladığı vakit, işte o zaman esiri oluyoruz bu basit duygunun. Korkularımız büyüyor ve karanlığın haddini aşan cüssesine bürünmesini sağlıyoruz.

Kimi zaman, aydınlığı sinsice yok etme çabalarına giriyor, kimi zamansa aydınlığın üzerine örtünüp gözleri yanıltıyor. İşler çığırından çıktığı vakit de, fark edebilmesi daha bir zor hale geliyor. Metre karesi abartılmayacak bir odanın, dört köşesinden birisini sahiplenen karanlık, tüm bedenleri ele geçiriyor. Gerisi ise koca bir çırpınış. Boş hedeflerle, önce dışarıdaki karanlığı yok etme çabasına giriliyor ve içteki karanlık çözülmediği zaman, her bir darbede, tıpkı bir yılan gibi kendini yenileyerek devasa bir kara deliğe dönüşüyor.

İster farklılar olsun, ister insanlar, ister uzaylılar... Hepsinin ortak düşü olan bu girişim, ne yazık ki Mehir'in içindeki karanlığın gün ve gün daha yenilmez hale dönüşmesine sebep oluyor. Karanlık büyüyor ancak hiçbiri bu durumu fark edemiyor.

Karanlık ki, fark edilse bile can almaya devam edecek. Ta ki yalanlar son bulup, gerçekler uyanana dek. İşte o gün, asıl kıyamet yeryüzüne inecek ve mutlak hâkimiyet anlam kazanacak.

***

Herephia'yda soğuk her zamanki gibi kendini belli ediyordu. Uzak tepelerden, geniş kaleye çarpan güneş ışığı kırılarak ısısını yitiriyordu sanki. Kar yağışı ülkenin dört bir yanını yavaş bir hızla turluyordu. Sessizliğe ve monoton hayata rağmen, bu manzara Tanrı'nın gücünü bir kez daha gözler önüne seriyordu. Kara rağmen güneş, soğuğa rağmen sıcak... Bunların her biri Herephia halkı için mucizeden başka bir şey değildi.

Ancak farklılar da tıpkı insanlar ve diğer canlılar gibi bu hayattan sıkılmışlardı. Onlara göre, her ne kadar bir hayat sunulsa da önlerine, buz gibi bir lanetin esiri olmuşlardı. Vücutları çoktan adapte olsa da, akıllarında halen sıcağın ve canlı bir hayatın karesi dolanıyordu. Çünkü inanıyorlardı ki, soğuk günden güne kalplerini de tıpkı vücutları gibi buza çeviriyordu.

Fakat insanlar için durum daha farklıydı. Sıcak havanın verdiği yoğun ve bunaltıcı hayata göre Herephia tam aksine onlara huzur veriyordu. Susuzluğun ve açlığın yerine, burası bir nimetti. Temiz bir hava, huzurlu canlılar, doğru bir yönetim. Daha ne istenirdi ki? Kaybettikleri her şey buradaydı işte. Onların ellerinden hayatları alınırken, Tanrı farklılara yeni bir yaşam vermişti.

Ne yazık ki artık bu olanların hiçbir önemi yoktu. Dünya ölümsüz olmadığı gibi, Herephia da ölümsüz değildi. Ruh çarkı bir kez çalışmış ve burası açılmıştı. İkinci kez çalıştığında ise ölüm fermanı hazırlanmıştı. Kısacası artık ne burada hayat vardı ne de dünyada. Tek çare çok geçmeden ellerinden alınan yaşamı geri kazanmaktı.

Asperatus Nevm ✓Where stories live. Discover now