❄ 21. BÖLÜM ❄

2.4K 266 20
                                    

Teğmen Alfred'in yüzündeki içten gülümsemesi, karşısında gördüğü kişi ile adeta buz kesilmiş ve o sivri buz parçaları beynine saplanmıştı. Üstlerden birisini kıracak tutarsız imada veyahut herhangi bir hakarette bulunmamıştı. Ancak kendisinden rütbece yüksek olan Eğitmeni, bir öğrenci ile kıyaslayarak da, hata yapmıştı.

Yanına yaklaşan geniş cüsseli adamın sert bakışları yüzünden yutkunmak zorunda kaldı. Sıcak sıvı korku içinde ciğerlerine karışırken dik duruşunu bozmadı ve akabinde selamını verdi. Elleri, göğsüne giderken hafifçe eğilmiş ve başını kaldırmaya çekinir halde doğrulmuştu.

Yanındaki genç kızın hiçbir emri kale almadan sıraya yeniden geçişini izledi. Ya Oyuncu'dan korkuyordu ya da onu hiçe siniyordu. Belki de aptal cesareti...

"Ne dersin, Teğmen?" dediği sırada sıranın önüne gelen Eğitmen, gözlerini karşısındaki kumral, uzun saçlı adama dikmişti. Saçları arkasından bağlanıp sıkıca toplanmıştı. Gözlerindeki koyu kahve harelere tiksinti içinde baktı. Kusursuz yüzü birliğe yeni katıldığını ve bazı rütbeliler sayesinde teğmenliğe atandığını gösteriyordu.

Bunun en büyük kanıtı uzun saçlarıydı. Orduda görevli hiçbir çalışan saç ve sakal uzatmazdı. Buna çoğu robotta dahildi. Ancak, karşısında gördüğü adam kurallara aykırı bir davranış sergilemekle kalmamış, aynı zamanda üssüne hakaret etmişti.

'Eğitmeni'ni devirdin(!)' Ne demekti?!

"Görevimden alınmam söz konusu değil, efendim."

Teğmenin tedirgin gözlerinin içine, yerin yedi kat dibine girdirecek bir ifade içinde bakarken nefes alıp sakinleşmeye çalıştı.

"Çevreyi tanıtma işin bitti ise, öğrencilerimi geri alayım, Teğmen Alfred."

Teğmen, başını yavaşça salladı ve ekledi. "Elbette, efendim."

Teğmen ve askerler, mühimmatların bulunduğu binanın sağına doğru yol almaya başlamış, çok geçmeden de binanın bir yakasından içeri giriş yapmışlardı. Kırmızı üniformalı Aspendos askerleri ile gözden kaybolduklarında başını yavaşça az önce gülen öğrencilerine çevirdi ve 25 kişilik gruptaki öğrencilerin her birinin yüzünde keskin ama sakin bakışlarını gezdirdi. İçlerinde korkmaya çoktan başlayan bir grup daha vardı.

"Hangi akla hizmet, böylesine resmi bir ortamda üstünüze karşı saygısızca bir davranışta bulunuyorsunuz?!"

Sakinliğinin, hemen ardından yükselen gür ses birkaç kişiyi sıçratırken diğer kısmın dizlerini titremişti. Sağ kolu Ian, onun yanından ayrılmayan Nolan ve Arden ortalıklarda görünmüyordu. Belli ki yaverinin yokluğundan yararlanıp bu denli laubali davranabiliyorlardı.

"Bu cesaret nereden geliyor?!"

Sesini kısmaya çalıştı ancak etkili olamamıştı. Ellerini üzerilerine savurduğunda düşüncesiz görünümlü bir tavırla ekledi cümlelerini, zehir gibi hakaretlerine.

"Bir hafta sonra belki de çoğunuz geberip gideceksiniz! Bu rahatlığınızın sebebi ne?!"

Öğrenciler başını eğerken, deliye dönmüş eğitmenlerine tek kelime dahi edemiyorlardı. Ayakları titriyor, yerlerin de zor duruyorlardı. Kızlardan birkaçı ağlamamak için çeneni sıkıyor ve kimisi de hadsizce güldüğü için kendi kendini paylıyordu.

Oyuncu, ön sırada bulunan başı eğik gencin yanına geldiğinde, sinirden kasılmış kolunu kaldırıp bağırdı. Keskin ve öfkeli gözlerini, Hun'un siyah saçından ayırmadan "Kaldır başını!" diyerek kükremişti.

Hun, başını kaldırıp çekik gözlerini tereddütler içinde eğitmenine diktiğinde elleri de dahil tüm vücudu titriyordu. Ağzını açıp tek kelime edeceği sırada yüzüne inen sert tokatla başı yana çevrilmiş ve dişlerini sıkmıştı. Adem elması yutkunmaktan bitap düşmüştü. Yanağının yandığını hissetti fakat konuşmaya cesaret edemedi. Erkeklik gururu, tüm onuru yerle bir edilirken koyu kahve gözleri dolmuştu ancak ağlayarak da daha fazla düşemezdi.

Oyuncu, başı yana düşen öğrenciden gözlerini çekerken yeri bile oynatacak sert hareketleri ile sıranın sonuna doğru yol aldı. Ürkütücü sakinlikle, yavaş ancak bir o kadarda karanlık adımların sonuna geldiğinde tüm bunların sorumlusunun önünde durdu ve yavaşça ona doğru döndü.

Tıpkı diğerleri gibi başını eğmiş ve titriyordu. Üzerindeki siyah atletten görünen mühür parlıyordu. Korktuğu için diğerleri gibi mühürdeki üçgenler iç içe girmişti ve ortasında da sonsuzluk işareti belirmişti. Tek fark; Mehir'in mührü beyaz teninde siyah bir ışık haznesi içinde parlıyordu. Mührün yaraları kan toplamış ve siyah üçgenlerin her bir çizgisine dağılmıştı. Görüntü ilginçti.

Oyuncu, mührün konumundan dolayı olduğunu düşündü ve sorumluya tıpkı az önce olduğu gibi bağırmaya başladı. Gür sesi kendi kulaklarında yankı yapıyordu.

"Başını kaldır!"

Ama istediği olmadı. Mehir, başını kaldırmak yerine titremeyi seçti. Sıkıca at kuyruğu yapılan saçı boynunu açıkta bırakmış, kahkülleri, koyu yeşil gözlerini perdelemişti. Kendi yarattığı yaraları görmemek için direniyordu fakat bir yandan da gülünç durama düştüğü için on misli hasar bırakmak istiyordu.

Nasıl bir çelişkiydi bu?

Çenesi kasıldı, kalbini dolduran öfke ile. Beyni, çevredeki nefreti çeken mıknatıs misali bilmem kaç voltluk elektrik ile dolup saç diplerinin kavrulmasını sağladı. Mavi gözleri kinle bakıyor, burnuna dolan insani koku onu daha bir öfkelendiriyordu.

Bu kızdan nasıl olur da etkilenebilirdi?

'O bir insandı!'

Emrine itaat etmeyen kıza mümkünmüş gibi daha şiddetli bağırarak konuştu. "Kaldır başını dedim!"

Mehir, her söze, her davranışa, kendisine yapılan imalara ve bakışlara rağmen yine dinlemedi ve sadece titredi. Ufak ellerindeki ince parmaklar ağır ağır titriyor, ellerindeki damarlar tüm çıplaklığı ile endişesini haykırıyordu. Kalbi böylesine hızlı atarken, nefesini kulaklarında uğurlayıp oldukça sessiz bir senfoniye eşlik ederken başını kaldırması imkansızdı.

İlk defa... Korkuyordu.

Oyuncu'nun gözlerine yayılan endişe ve nefret birbiri içinde girdiği savaştan sonuç alamazken ellerini kaldırıp usulca genç kızın çenesine dokundu. Baş parmağı her şeyden evvel çarpışmıştı pürüzsüz teni ile. Tepkisiz kalan kız direnmeden başını kaldırdığında, Oyuncu gördükleri ile ellerini ateşe değdirmişçesine çekti. Parmak uçları kasılmış ve tırnak dipleri adeta kavrulmuştu. Hemen ardından kabuk tutmuş bir yaraya dönüşmüştü. Gözleri gördükleri ile önce kocaman açılmış ardından da endişe ve korku içinde kısılmıştı.

Hadi ama. Hortlak falan gördüğünü söyleyip de kendini küçük düşürme. Delirdin mi sen? Ne zamandır yaratıklara inanır oldun? Saçmalamayı kes ve şu ucubeye haddini bildir.

Oyuncu, kalbinden yükselen haykırışları duymuyordu. Yaşadıklarını, gördüklerini... Göz merceğine aldığı olağan dışı görüntüleri hafızasından silemiyordu.

Saliselik bir farkla yakaladığı o görüntü... Pul pul, dökülüp ufanmaya yüz tutmuş bir ten. Arasındaki yarıklar... Yarıkların arasına, boş ve dibi görünmeyecek kadar karanlık gözlerinden dökülen koyu kanların ufak ufak süzülüşü... Neredeyse yüzü ile bütünleşmiş düz bir burun ve hemen altındaki kansızlıktan kurumuş mor dudaklar. Ve o iki mor dudağın arasından kendine doğru süzülen sivri ve uzun bir dil... Dilin, çengelli iğne misali iki yana ayrılışı... Koyu kumral saçlarının aralarından, kendisine doğru hareketlenen kıpkırmızı yılanları hesaba katmasına gerek bile yoktu.

 Koyu kumral saçlarının aralarından, kendisine doğru hareketlenen kıpkırmızı yılanları hesaba katmasına gerek bile yoktu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Asperatus Nevm ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin