* 4 *

113 37 9
                                    

Şimdi, İslâm maarif ve ilimlerinin değerinin anlaşılması açısından, cahiliye âdetlerinden bazı örnekleri burada zikrediyoruz:

1- Yağmur Yağması İçin Ateş Yakılması

Arabistan Yarımadası, genelde bütün mevsimlerde kuraklıkla karşı karşıyadır. Oranın halkı yağmur yağması için, "sele'" adlı bir ağacın dallarıyla çabuk yanan "uşer" adlı diğer bir ağacın dallarını bir araya getirerek onları bir ineğin kuyruğuna bağlayıp dağın başına kadar sürerlerdi. Dağın tepesine vardıktan sonra da dalları yakarlardı.

Yakıcı maddeler içeren "uşer" ağacının dallarının tutuşmasıyla alev yükselirdi ve inek de yandığından koşmaya, ıstırap çekmeye ve böğürmeye başlardı. Onlar yaptıkları bu namertçe işi, gök gürültüsü ve şimşek çakmasına benzetmek amacıyla yapıyorlardı. Ateşin alevlerini şimşeğe, ineğin böğürmesini ise gök gürültüsüne yorumluyorlardı ve bu yaptıklarının yağmurun yağmasında etkili olacağını düşünüyorlardı.

2- İnek Su İçmediğinde, Öküzün Dövülmesi

Sığırları su içmeleri için, göletlere götürürlerdi. Bazen öküzler su içerken, inekler ağızlarını suya sürmezlerdi. Cahiliyet devri Arapları bunun sebebinin, öküzlerin boynuzları arasına yerleşmiş olan devler olduğuna ve ineklerin su içmelerine engel olduklarına inanırlardı. Bu devleri kovmak için de öküzlerin yüz ve kafalarına vururlardı.

3- Kabir Sahibinin Kıyamet Günü Haşrolunduğunda Yaya Kalmaması İçin, Kabrin Yanına Bir Devenin Hapsedilmesi

Eğer büyük bir adam ölürse, kabirde yatan ölü, kıyamet günü dirildiğinde bineksiz haşrolunmasın diye, bir deveyi onun kabri yanında kazdıkları bir çukura hapsederler ve ona ölünceye dek su ve yem vermezlerdi.

4- Kabir Yanında Devenin Damarlarının Kesilmesi

Ölmüş olan şahıs, hayattayken değerli yakınları ve misafirleri için deve kurban eden kimselerdense, ölüyü ululamak ve ona teşekkür etmek amacıyla geride kalmış yakınları onun kabri yanında bir devenin damarlarını feci ve dehşet verici bir şekilde keserlerdi.

5- Başka Hurafeler

Korku ve tedirginliğin yok olması için aşağıdaki yöntemlerden yararlanırlardı:

Bir köye girdiklerinde, veba hastalığından veya devden korkarlardıysa, köyün girişinde on defa eşek gibi anırırlardı ve bazen bununla birlikte tilki kemiklerini boyunlarına asarlardı.

Çölde kaybolduklarında, gömleklerinin tersini çevirip öyle giyerlerdi. Yolculuğa çıktıklarında hanımlarının kendilerini aldatmalarından korktuklarında, durumdan emin olmak amacıyla, bir ipi ağacın dalına veya gövdesine bağlarlardı, döndüklerinde eğer ip önceki hâlinde kalmışsa, hanımlarının kendilerini aldatmadıklarından emin olurlardı; aksi hâlde eşlerini kendilerini aldatmakla suçlarlardı.

Yine, çocuklarının dişi çıktığında, onu iki parmaklarıyla güneşe doğru atar ve şöyle derlerdi: "Güneş! Bundan daha iyi diş ver."

Devamlı düşük yapan bir kadının, yedi kere kabile büyüklerinden bir adamla güreşmesi durumunda artık düşük yapmayacağına inanırlardı.

Bunlar, cahiliyet devri Araplarının yaşadığı ortamı karartan, düşünce ufuklarını daraltan ve aklî gelişimlerini önleyen hurafe yığınlarından bazı özetlerdi.

İslâm'ın Hurafelerle Savaşı:

İslâm, bu hurafelere karşı çeşitli yol ve yöntemlerle savaşmıştır. Meselâ çöl Araplarından bir grup, taşlardan ve kemiklerden oluşan sihirli kolyelerini takmak suretiyle hastalarını tedavi etmeye çalışırlardı. Bir ara Allah Resulü'nün (s.a.a) yanına gelip, bitkiler ve tıbbî ilâçlarla tedavi hakkında soru sordular.

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Her hastanın, kendisini tedavi edebilecek ilâçları bulma yoluna gitmesi gerek; zira derdi yaratan Allah, dermanını da yaratmıştır." Yani bu boncuklar hastaları iyileştirmekte müessir değildirler.

Hatta Sa'd b. Ebî Vakkas, bir kalp rahatsızlığı geçirdiğinde, Peygamberimiz ona şöyle buyurdu: "Sakif'in tanınmış tabiplerinden olan Haris-i Kilde'nin yanına gitmelisiniz."

Ardından Peygamber'in kendisi ona özel bir ilâç tavsiye etti.

Buna ek olarak, hiçbir eseri olmayan sihirli takılara ilişkin birtakım açıklamalarda bulunulmuş, yanlışlığına dair vurgu yapılmıştır. Şimdilik bunlardan iki örnek nakletmekle yetiniyoruz:

1- Çocuğunun boğazı ağrıyan bir adam, boynuna taktığı sihirli boncuklarla Peygamber efendimizin (s.a.a) huzuruna varınca, hazret şöyle buyurdu:

"Çocuklarınızı böyle sihirli takılarla korkutmayın; bu hastalık için "Hint ağacı özü" kullanın.

2- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyordu:
Kol ve boyuna takılan boncukların birçoğu şirktir.

Peygamber efendimiz (s.a.a) ve onun değerli vasileri olan Ehlibeyt İmamlarının (a.s) açıklamaları, büyük İslâm muhaddislerinin "Tıbbu'n-Nebi" ve "Tıbbu'r-Rıza" vb. eserlerde naklettikleri gibi, halkı çok sayıda ilâçlara yönlendirmek suretiyle, cahiliyet devri Araplarını esir alan bu tür saçmalıkların yok olmasında büyük rol oynamış ve bu hurafelere büyük darbe indirmiştir.

Hicaz'da Eğitim ve Öğretim:

Hicaz halkına "ümmî" diyorlardı. Ümmî; ders okumamış, okuma yazması olmayan anlamına gelmektedir. Yani bir insanın anadan doğduğu gibi kalması, hiçbir gelişme kaydetmeme hâli.

İlmin Araplar arasındaki değer ölçüsünü anlamak için, İslâm güneşinin doğduğu zamanlarda Kureyş'ten sadece 17 kişinin okuma-yazması olduğunu bilmemiz yeterlidir. Nitekim Medine'de "Evs" ve "Hazreç" kabileleri arasında da sadece 11 kişi böyle bir kemale sahipti.

Yarımada halkı hakkındaki özet olarak sunduğumuz bu kısa ve az açıklamalarımız neticesinde, İslâm öğretilerinin bu insanlara itikadî, iktisâdî, ahlâkî, kültürel ve diğer konularda ne denli büyük bir hizmette bulunduğu ve bu öğretilerin azamet ve büyüklüğü anlaşılmış oldu. Dolayısıyla medeniyetleri değerlendirirken, onların ön halkaları (yani, bu medeniyetler gelmeden önce, ait oldukları toplumların önceki durumları) incelenirse, bu medeniyetlerin değerleri ve büyüklükleri daha iyi anlaşılır ve bu konudaki değerlendirmeler daha da sağlıklı olur.

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin