* 22 *

20 11 0
                                    

GENEL ÇAĞRI:
Bi'setin başlangıcından üç yıl geçmişti. Hz. Peygamber (s.a.a), akrabalarını dinine davet ettikten sonra, genel çağrıya başladı. O, üç yıl zarfında birebir ilgilenme sonucu bir grubu İslâm dinine hidayet etmişti; ama bu kez güçlü bir ses ile bütün halkı tek tanrılı İslâm dinine davet edecekti.

Safa dağının eteğinde büyük bir taşın üzerine çıktığı gün, yüksek bir sesle şöyle dedi: Ya Sabahah! (Araplar tehlike ve korku anlarında veya çok önemli bir haber vermek istedikleri zaman bu kelimeyle konuşmalarına başlarlardı)

Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu çağrısı, dikkatleri çekti, Kureyş'in çeşitli kabilelerinden gruplar hâlinde insanlar onun etrafını aldılar. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) topluluğa dönerek dedi ki:
"Ey insanlar! Size şu dağın (Safa dağı) ardında düşmanlarınız pusu kurmuş ve sizin mal ve canınıza kasıtları var deseydim, acaba beni tasdik eder, doğrular mıydınız?"

Hep birden: "Evet! Çünkü biz hayatın boyunca senden yalan duymadık," dediler.

Sonra Allah Resulü şöyle dedi:
"Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi ateşten kurtarın, ben Allah'ın huzurunda sizin adınıza bir şey yapamam ve ben sizi elemli azaptan korkutuyorum!"

Daha sonra şunları ekledi sözlerine:
"Benim konumum, düşmanı uzaktan gören ve hemen kavmini kurtarmak için onlara doğru ilerleyen ve 'Ya Sabaha!' sözüyle kavmine haber veren gözcü gibidir."

Az çok onun dininden haberdar olan Kureyş, bu sefer duydukları bu sözlerden büyük bir korkuya kapılmıştı. Küfrün başta gelenlerinden biri olan Ebu Leheb, halkın sessizliğini bozdu ve Peygamber'e dönerek: "Yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi buraya davet ettin?" dedi.

Daha sonra topluluk dağıldı.

Hedef Uğruna Direniş:
Her insanın hedefine ulaşması iki şeye bağlıdır:
Birincisi: hedefe olan iman; ikincisi: hedef yolunda atılan sağlam adım ve yılmaksızın direniştir.

İman, içsel bir güçtür; farkında olmadan insanın hedefe doğru ilerlemesini sağlar ve zorlukları onun gözünde kolay gösterir. Gece gündüz onu hedefe ulaşmaya çağırır; zira insan, mutluluğunun varılması gereken bir hedefte olduğuna inanırsa, kuşkusuz iman gücü onu bütün sıkıntılara rağmen, o hedefe doğru yöneltir.

Örneğin, bir hasta acı bir ilâç içerek iyileşeceğine inanırsa, onu rahatlıkla içer; bir dalgıç denizin dalgaları altında değerli mücevherlerin bulunduğuna inanırsa, hiç söylenmeden kendisini denizin dalgalarına bırakır ve bir müddet sonra dalgalar arasından çıkagelir.

Kur'ân-ı Kerim'de, bu konu (başarının sırrının, hedefe inanmak ve o yolda direnmekten geçtiği) kısa cümlelerle şöyle beyan edilmiştir:

"Şüphesiz 'Rabbimiz Allah'tır' deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu), onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin."
(Fussilet Suresi, 30)

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Sabrı ve İstikameti:
Resulullah'ın (s.a.a) genel çağrıdan önce yaptığı birebir özel çağrılar, genel çağrıdan sonra yılmak bilmeyen çalışmaları, Müslümanların, küfür ve putperestlik karşısında sıkı bir saf oluşturmasını sağladı. Genel çağrı öncesi gizlice İslama giren kimseler, nübüvvetin kamuoyuna açıklanmasından sonra, yeni Müslüman olmuş ve bu çağrıya Lebbeyk diyen kimselerle kâmilen tanışmışlardı.

Bunun üzerine Mekke'nin bütün küfür ve şirk merkezlerinde tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Elbette güçlü ve teşkilâtlı olan Kureyş için, bu yeni kuruluşu ortadan kaldırmak çok basitti; ancak bu yeni kuruluşun fertlerinin aynı kabileden olmamaları ve farklı kabilelere mensup olmaları onları tedirgin etmiş ve haklarında kesin bir karar alınmasını zorlaştırmıştı.

Kureyş'in önde gelenleri, birlikte yaptıkları meşveret sonucu şöyle bir karar aldılar; bu grubun önde gelen kurucusunu çeşitli vesilelerle ortadan kaldırmak gerekir. Kimi zaman vaatlerle, kimi zaman da eziyet ve tehditle tebliği önlemeyi amaçlıyorlardı. Bu, Kureyş'in izlediği on yıllık programdı. Bu program onu öldürme kararıyla son bulmuştu. Ancak hazret Mekke'den Medine'ye hicret ederek onların plânlarını suya düşürmüş oldu.

Haşimoğulları kabilesinin reisi, o zaman Ebu Talib idi. O, temiz kalpli, büyük ve himmetli biriydi. Onun evi yetimlerin, kimsesizlerin ve düşkünlerin sığınağıydı. Arap toplumu arasında, Mekke'nin başkanlığı ve Kâbe'nin bazı işleri ona ait olmakla birlikte, büyük ve hatırı sayılır birisi idi.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) kefaletini de Abdulmuttalib'in vefatından sonra o üstlenmişti. Kureyş'in diğer başta gelenleri, hep birlikte onun huzuruna çıktılar ve ona şöyle dediler:

"Senin yeğenin bizim tanrılarımızı aşağılıyor, bizim dinimizi çirkinlikle yâd ediyor, bizim fikir ve inançlarımıza gülüyor ve atalarımızı sapıklar olarak niteliyor. Ya ona bizi rahat bırakmasını emredersin, ya da onu himaye etmekten vazgeçip, işi bize bırakırsın."

Kureyş'in büyüğü ve Haşimoğulları'nın reisi, kendine has bir tedbirle onlarla konuştu ve onları yumuşattı; âdeta onlar da bu hedeflerinden vazgeçtiler; ama İslâm'ın yayılışı günden güne artıyordu.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) manevî çekiciliği, cazip beyanları, Kur'ân'ı fasih ve net bir biçimde okuması da bu durumun ilerlemesine yardımcı olmaktaydı. Özellikle haram aylarda Mekke, hacılarla dolup taşardı. Hz. Peygamber insanları dinine davet ederdi. Onun güzel sohbeti, tatlı beyanı ve gönüllere okşayan dini, birçok insanı derinden etkiliyordu.

Mekke Firavunları, Hz. Muhammed'in (s.a.a), tüm kabilelere sızdığından, birçok Arap kabilelerinden kendine çok sayıda taraftar ve takipçi bulduğundan haberdar oldular. Bir kez daha Hz. Peygamber'in (s.a.a) tek kefili olan Ebu Talib'in huzuruna çıkmaya karar verdiler. İma yoluyla ve net olarak İslâm'ın yayılmasının Mekkelilerin ve putperestliğin istikbali için ne denli tehlikeli olduğunu açıklayacaklardı.

Bu yüzden yine hep birlikte önceki sözlerini de hatırlatarak şöyle dediler:
"Ey Ebu Talib! Sen şeref ve yaş bakımından bizden üstünsün. Ancak sana yeğenini, getirdiği yeni dini tebliğ etmekten vazgeçirmeni söylemiştik. Maalesef siz bunu dikkate almadınız; ama artık bizim, bir kişinin kalkıp tanrılarımızı kötülemesine, düşüncelerimizi aşağılamasına ve akılsızca bulmasına sabrımız kalmamıştır. Onu her türlü faaliyetten alıkoymak sana farzdır. Eğer onu alıkoymazsan tarafların durumu netlik kazanıncaya ve ikisinden birisi yok oluncaya kadar onun kefaletini üstlendiğin için hem seninle ve hem de onunla savaşacağız."

Hz. Peygamber'in (s.a.a) yegâne savunucusu, büyük bir olgunluk ile şan ve şerefleri tehlikeye düşmüş bu güruh karşısında sabırlı olması gerektiğini düşündü. Bu yüzden barışçıl bir yaklaşım sergiledi, onların sözlerini yeğenine ulaştıracağına söz verdi. Elbette bu cevap sorunu halledebilmek, daha doğru bir çözüm bulabilmek için vakit kazanmak ve bu arada onların hızını yavaşlatmak ve ateşlerini söndürmek amacıyla verilmişti.

Kureyş'in ileri gelenleri gittikten sonra, yeğeni ile görüştü, onların mesajını iletti. Aynı zamanda, onun hedefine olan imanını denemek için vereceği cevabı bekliyordu. Hz. Peygamber (s.a.a), cevabında, yaşam kitabının en belirgin satırını oluşturacak şu cümlelere imza attı.

Verdiği cevabın aynen şöyle idi:
"Amcacığım! Allah'a andolsun, eğer dinimi yaymamam ve hedefimden dönmem için, sağ elime güneşi, sol elime de ay'ı (yani bütün dünyanın saltanatını) verseler, yine davamdan dönmem; Bu yolda canımı verecek olsam dahi, hedefime ulaşmaya çalışacağım."

Sonra hedefine olan bağlılıktan ve şevkinden dolayı mübarek gözleri doldu, amcasının huzurundan kalkıp gitti.

Onun bu cazip sözleri Mekke reisinin kalbinde öyle bir eser bıraktı ki elinde olmaksızın, kendilerini bekleyen bütün tehlikelere rağmen, yeğenine şunları söyledi:

"Allah'a andolsun, seni savunmaktan vazgeçmeyeceğim, sana verilen görevini tamamla."

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıWhere stories live. Discover now