70 *

24 2 19
                                    

Gadir-i Hum Serüveni:
Hac merasimi sona erdi. Müslümanlar, Resulullah'tan (s.a.a) hac amellerini uygulamalı olarak öğrendiler. Hz. Peygamber (s.a.a), artık Medine'ye gitmek üzere Mekke'den ayrılma kararı aldı. Hareket emri verildi. Kervan, Cuhfe'ye üç millik uzaklıkta olan Rabiğ topraklarına geldiğinde, Gadir-i Hum denilen noktada vahiy meleği nazil oldu ve şu ayeti indirdi:

"Ey Resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bu (görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçilik görevini yerine getirmemişsin demektir. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete erdirmez."

(Maide Suresi, 67)

Ayetten yüce Allah'ın, Hz. Peygamber'in (s.a.a) omuzlarına oldukça ağır bir yük yüklemiş ve de hassas bir görevi yerine getirmekle mükellef kıldığı anlaşılıyor. Kervanlara dur emri verildi. İlerde olanlar geri döndüler, geride kalanlar gelip yetiştiler. Öğlen vakti hava oldukça sıcaktı. Halk, abalarının bir kısmını altlarına alıyor, diğer bir kısmını da başlarına alarak, gölgelik etmeğe çalışıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) için de ağacın üzerine attıkları bir çadır ile gölgelik yapmışlardı. O, öğlen namazını cemaatle kıldıktan sonra, halk etrafını almışken, deve cihazlarından yapılan minberimsi, yüksekçe bir yere çıktı ve yüksek bir sesle -aşağıda geldiği üzere- bir hutbe buyurdu.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) Gadir-i Hum'daki Hutbesi:
"Hamd ve sena, Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diliyor, O'na iman ediyor ve O'na tevekkül ediyoruz. Kendi kötülüklerimizden ve yakışıksız amellerimizden O'na sığınıyoruz. Kendisinden başka hidayet edici ve yol göstericinin olmadığı Allah, her kimi hidayet etmeyi dilerse, artık onu saptırmaya kimsenin gücü yetmez. O'ndan başka mabudun olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ediyorum.

Ey insanlar! Benim hakkın davetine lebbeyk dememe ve sizlerin aranızdan ayrılmama az bir zaman kaldı. Ben mesul olduğum gibi sizler de mesulsünüz. Benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?!"

Bu sırada topluluğun sesi, tasdik sözleriyle yükseldi ve hep bir ağızdan dediler ki: "Biz şahadet ediyoruz ki, sen kendi risaletini yerine getirdin ve
bu yolda canla başla çalıştın. Allah sana en güzel karşılığı versin."

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:
"Acaba âlemleri yaratan Allah'ın bir olduğuna, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehennemin ebedi olduğuna tereddüt etmeksizin şahadet ediyor musunuz?"

Cemaat hep bir ağızdan doğrulayıp, şahadet ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki:
"Ey cemaat! Ben sizin aranızda iki değerli ve paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bakalım benden sonra bu iki yadigârıma ve emanetime karşı nasıl tavır takınacaksınız."

O sırada bir kişi yerinden kalkarak, yüksek sesle: "Bu iki değerli emanetiniz nedir?" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.a),şöyle buyurdu:

"Biri, Allah'ın kitabıdır ki, onun bir ucu Allah'ın elindedir ve diğer ucu da sizin elinizdedir. Diğeri de benim itretim olan ehlibeytimdir. Allah, bana bu ikisinin kesinlikle birbirinden ayrılmayacağını haber verdi.

Ey insanlar! Kur'ân'dan ve benim Ehlibeyt'imden öne geçmeyin ve amelde o ikisinden geri kalmayın. Aksi hâlde helâk olursunuz."

***
Hz. Peygamber (s.a.a), güçlü Rum imparatorluğunun, her geçen gün büyümekte olan İslâm devletinin varlığından, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Yahudileri Arabistan Yarımadası'ndan sürmesinden ve Hristiyanlardan bazı grupları cizye ve vergi vermek zorunda bırakmasından oldukça rahatsızlık duyduklarının farkındaydı. O, uzun zamandır, Rum tehlikesini ciddî telâkki etmekteydi.

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıWhere stories live. Discover now