62 *

16 6 3
                                    

MEKKE'NİN FETHİ
Mekke'nin fethi, İslâm tarihinin çekici ve okumaya değer bölümlerinden ve aynı zamanda eğitici ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) hedeflerini aydınlatıcı niteliktedir. Ayrıca onun güzel ahlâkı ve olgun hareketlerinin de apaçık bir göstergesidir.
Tarihin bu bölümünde, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve yarenlerinin, Hudeybiye antlaşmasına tam anlamıyla uyduklarını, doğru sözlü ve ahde vefakârlıklarını müşahede etmekteyiz. Buna karşılık, Kureyş müşriklerinin barış antlaşmasının maddelerini uygulamada başvurdukları hile ve ihanetler de gözden kaçmamaktadır.

Tarihin bu kesiminin incelenmesi, Hz. Peygamber'in (s.a.a) düşmanın en zorlu ve en son kalesini, ne kadar güzel bir tedbir, iş bilirlik ve zekice bir siyaset ile ele geçirdiğini gözler önüne sermektedir. Sanki bu ilâhî insan, ömrünün büyük bir kısmını yüksek askerî okullarda geçirmiştir. Güçlü bir komutan misali, fetih plânını öyle bir şekilde plânlayıp, teorize etmişti ki, hiçbir zorluk ve güçlüğe düşmeksizin, en büyük fetih Müslümanlara nasip olmuştu.

Sonuç olarak, bu bölümde Hz. Peygamber'in (s.a.a) gaddar düşmanlarının can ve mallarına karşı tanıdığı tolerans, insanî çehresi ve şefkatli davranışı ön plâna çıkmaktadır. Ayrıca bu büyük insanın, kendine has bir ileri görüşlülük ile bu büyük zaferden sonra, Kureyş'in cinayetlerini görmezden gelip, genel af ilân ettiğini göreceğiz. Şimdi konuya girelim:

Daha önce açıklandığı üzere, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber (s.a.a) ile Kureyş büyükleri arasında bir antlaşma yapılmış ve taraflarca imzalanmıştı. Bu antlaşmanın üçüncü maddesi şöyleydi:

"Müslümanlar ve Kureyş, istedikleri kabileyle antlaşma yapabilirler."

Bu madde gereği, Huzaa kabilesi Müslümanlarla antlaşma yaptı ve Hz. Peygamber (s.a.a), onların toprak, su, can ve mallarını savunmayı taahhüt etti. Huzaa kabilesinin eski düşmanları ve de sınır komşuları olan Kinaneoğulları kabilesi de Kureyş ile antlaşma imzaladılar. Bu olay, Arabistan'da toplumsal emniyeti korumak ve bölgede genel barış sağlamak amacıyla imzalanan on yıllık barış antlaşması ile sonuçlanmıştı.

Bu antlaşma gereği, tarafların birbiri aleyhine silâhlı saldırıda bulunmamaları veya müttefiklerini diğer gruplar aleyhine tahrik etmemeleri gerekmekteydi. Bu antlaşmanın üzerinden iki yıl geçmişti. Taraflar barış, refah ve emniyet içinde yaşıyorlardı. Bu durum, Müslümanların bir yıl sonra Allah'ın evini ziyaret ederek, binlerce putperest düşmanın gözleri
önünde dini merasimlerini yerine getirinceye kadar devam etti.

Hz. Peygamber (s.a.a), sekizinci hicrî yılın cemaziyülevvel ayında, büyük komutanlardan üç kişinin komutasında, üç bin kişilik bir orduyu, savunmasız İslâm tebliğcilerini haince öldüren Rum yardakçılarının hesabına yetişmek üzerine Şam sınırlarına göndermişti. Gerçi İslâm ordusu bu savaştan sağ salim döndüler ve üç komutan ile birkaç asker dışında fazla bir kayıp da vermediler, ama aynı zamanda İslâm mücahitlerinden beklenen, göz alıcı bir zafer de elde edemediler.

Onların savaş tarzı daha çok vurkaç taktiğine dayalıydı. Kureyş büyükleri arasında bu olayın yayılması, onların cür'et ve cesaretlerini tahrik etti. Onlar, İslâm'ın askerî gücünün zayıfladığı ve Müslümanların artık savaş moralini kaybettikleri sanısına kapıldılar. Bu amaçla barış ve sükûnet ortamında karmaşa yaratmak amacıyla öncelikle Bekiroğulları kabilesine gizlice silâh dağıttılar.

(Bekir b. Abdumenaf b. Kinaneoğulları kabilesi, Kinaneoğulları kabilesinin bir koludur.)

Daha sonra onları Müslümanların müttefiki olan Huzaa kabilesine gece vakti saldırmaları için tahrik ettiler. Onlar, bir grubu öldürdü ve diğer bir grubu da esir ettiler; hatta bununla da yetinmeyerek, Kureyşlilerden bir grup da gece vakti Huzaa kabilesi aleyhine düzenlenen bu komploya şirket ettiler. Böylece Hudeybiye antlaşması çiğnenmiş ve iki yıllık barış ve sükûnetle geçen günlerden sonra, yeniden savaşa ve birbirinin kanını akıttıkları günlere geri dönüyorlardı.

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıWhere stories live. Discover now