* 59 *

17 7 15
                                    

TEHLİKE ODAĞI VEYA SARSILMAZ HAYBER KALESİ
İslâm'ın, parlak yıldızı Medine'de ışık saçmaya başladığı gün, Yahudiler, Müslümanlara karşı Kureyş'e nispetle daha büyük bir kin ve düşmanlık beslemeye başladılar. Bütün aldatmaca ve güçlerini kullanarak, bu dini yıkmak için işe koyuldular.
Medine ve etrafında mesken edinmiş Yahudiler, kendi elleriyle yaptıkları yakışıksız amel ve hareketler sonucu, kaderin tokadına müstahak ve kötü bir sona duçar oldular. Onlardan bazıları idama mahkûm edilmiş, bazıları da, Kaynukaoğulları ve Nadiroğulları gibi, Medine topraklarından sürüldüler. Daha sonra bunlar Hayber'de, Vadil-Kura'da veya Ezriat-u Şam denilen bölgelerde mesken edinmişlerdi.

Medine'nin kuzeyinde ve otuz iki fersah uzaklıkta bulunan geniş ve verimli ova, "Hayber vadisi" olarak adlandırılmıştı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) bi'setinden önce, Yahudi milleti, kendilerini korumak ve sükûnet amacıyla bu bölgeye yedi tane sağlam kale yapmışlardı. Verimli topraklara ve bol suya sahip olan bu bölge, çiftçiliğe oldukça elverişli olduğundan, bölge sakinleri, ziraat, servet elde etme, silâh ve savunma araçları temini açısından tam bir maharet elde etmişlerdi. Yirmi bin nüfuslu bu beldede, babayiğit, cesur savaşçıların sayısı da az değildi.

Hayber Yahudilerinin en büyük günahı, Arap kabilelerini, İslâm hükümetini yıkmak için kışkırtmalarıydı. Müşrik ordusu, Hayber Yahudilerinin yardımlarıyla, Arabistan'ın çeşitli bölgelerinden hareket ederek, Medine dışında bir araya geldiler ve bu da ayrıntılarını okuduğunuz üzere Ahzap Savaşı'yla sonuçlanmıştı. Hücum ordusu, Hz. Peygamber'in (s.a.a) almış olduğu tedbirler ve Müslümanların canlarını feda etmeleri sayesinde, bir ay kadar hendek arkasında bekledikten sonra, dağılıp vatanlarına -Hayber Yahudileri de Hayber'e- geri döndüler ve Müslümanlar yeniden sükûnete kavuşmuş oldular.

Hayber Yahudilerinin kalleşlikleri, Hz. Peygamber'in (s.a.a), bu tehlike odağını ortadan kaldırma ve onların hepsini silâhtan arındırma gereği duymasına neden oldu; zira bu inatçı ve maceracı milletin, daha sonraki dönemlerde, daha büyük yatırımlar yaparak, Arap putperestlerini yeniden İslâm üzerine saldırtmalarından, Ahzap Savaşı'nın yeniden ve daha tehlikeli boyutta tekerrür etmesinden korkuluyordu. Özellikle de Yahudilerin kendi dinlerine olan taassupları, Kureyş'in putperestliğe olan taassuplarından daha şiddetliydi. İşte bu körü körüne taassuptan dolayı, binlerce müşrik Müslüman oluyordu, ama bir Yahudi bile, kendi inancından el çekmeğe yanaşmıyordu.

Bu iş için en uygun ortam, bu durumdu; zira Hudeybiye antlaşmasıyla, Hz. Peygamber'in (s.a.a) zihni güney'den (Kureyş) dolayı rahattı. O, Yahudi birleşik güçlerine hamle edecek olursa, Kureyş'in, Yahudilere yardım eli uzatmayacağını biliyordu. Ayrıca, ilerde zikredileceği üzere, Ahzap Savaşı'nda Hayber Yahudilerinin yanında yer almış ve onlarla dostlukları olan Gatafan kabilesinin bazı kolları gibi, diğer kuzey kabilelerinin de yardımını önleyecek bazı plânları vardı.

Resulullah (s.a.a), bütün bu durumları değerlendirerek, Müslümanların, Yahudilere ait Arabistan'da bulunan son kalelerini ele geçirmek üzere hazırlanmalarını emretti. Ardından da şöyle buyurdu:

"Bu savaşa, yalnızca Hudeybiye barış antlaşmasında bulunanlar katılacaktır. Kendi istekleriyle gelmek isteyen diğerleri varsa gelebilirler. Ancak bu kimselerin ganimetlerden nasipleri olmayacaktır."

Hz. Peygamber (s.a.a), Gayle Leysi'yi Medine'de kendi yerine temsilci olarak bıraktı. Ali'ye (a.s) beyaz bir bayrak vererek hareket emri verdi. Kervanlarının maksada daha çabuk ulaşması için, develerinin bekçisi olan Âmir b. Ekva'nın develeri sürdüğü zaman okuduğu "Hida'" dedikleri bir çeşit ritimli şiiri okumasına izin verdiler. O, içeriğini tercüme ettiğimiz bu şiirleri özel bir ritim ile terennüm etmekteydi:

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıWhere stories live. Discover now